kısa öyküler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kısa öyküler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Aralık 2016 Cuma

Kısa Öykü Çarkıfelek

“Aşk, çocuklar parlayınca görülen ışıklardır” / Cahit Zarifoğlu

Gurum sana gelirken bütün kaygılarımdan ve korkularımdan sıyrılmam gerektiğini fısıldıyor. Az önce ayrıldığım Paderborn’da ruhuma giren dostlarımın çizdiği bir resim var:

Orada, uzakta, yemyeşil bir belirsizlikte aslına döndürmek üzere hakikatin uzaklarına savrulmuş bir çift göz tuzağını kurmuş, avını bekliyor. Bu resimde yaklaştıkça flulaşan ve merhametin resmini çizebilen ressamın gizli eli işliyor. Uçarak aşıyoruz yolları, aramızdaki engelleri. Sen beyaz bir evin çarkıfelekli tavanından geceler boyu aşağıyı gözleyen sımsıcak bir çift gözsün.

Kısa Öykü Çarkıfelek

Gözlerin beni ve benim diye bildiğim her şeyi bir anda yok ediyor. Paramparça ediyor ve küllerimden yeniden yapıyor. Ben yapılırken sen aramızda ışıklı bir ruh gibi Kays’ın gölgesinde o bilinmeyen sırrı fısıldıyorsun: Aşk yakıcıdır. Yakar ve yeni bir hayat bağışlar bize. Ben, ben diyebildiklerimden kurtulmadan, ansızın geliyor, yüreğimi sana bırakıyor; içimdeki acıyla cenneti buluyorum. Hayatı sönmeye yüz tutmuş bir dilenci halinde düşekalıyorum eşiğine.

Berlin’in Ihlamuraltı Caddesi’ndeki kimsesizlik gibi bırakıyorum yüreğimi. Bir hüzün ırmağı halinde geçiyor altımızdan Ihlamuraltı. İbrahim’le adımlıyoruz yakılan kitapları. O bana hüznün mücessemliğini gösteriyor, sen daima eksik bir yanımızın olacağını anlatıyorsun. Hep o ırmakta yıkanmaya ahdetmiş çocuk konuşuyor içimde. Eşiğini tanıyorum, orada ne senin ne benim denemeyecek bir gerçeğin belirsizlik ve hakikatsizlikten kurtuluş destanı okunuyor. Onu ancak cahilleşen ve kuruntularından kurtulan cesur ruhlar okuyabilir.

Bir görünüp bir yitiyorsun. Bu halinle ırmağın yüzeyindeki ışıklı damlacıklarsın. Gün çoktan aşmış oluyor, tüm aşırılıklar diniyor. Seni dingin ve sıcak yanlarınla görebilmem için yeniden naim cennetine dönmem gerekiyor. Dönüyor ve çevresindeki kozmik yolculuğumun başlangıç noktasına geliyorum yüreğimin…Ki ne ben ne benlik, ne sen ne senlik, ne de her ikisi kalıyor orta yerde. Bir yokluğa dalıyor, bir boşluğa düşüyorum.

Gözlerinin kemendine tutunuyorum. Beni bırakma lütfen, beni yalnız bırakma. Ben yalnızlığının zehrini çok içtim. Varlığımın bir gün mutlaka katılacağı sonsuzluğa hasretlenerek çok içtim. Kendimi yitirmenin çılgınlıklarına çok kapıldım. Tutkularımdan arınmayı istediğim anlarda, bana bu tutkuyu bağışlayanın eşiğine serilmekten bir an teberri etmedim. Seni tanımanın bilgisine sahip olabilseydim en derin uçurumlara naşımı fırlatmaktan çekinmezdim. Gözlerinin kemendine tutulan yüreğimi sana bırakıyorum bir intihar meleği gibi. Aynı sırrı anlamak için binlerce denemeden sonra yeniden koşuyorum pervane gibi ışığına, kararlı ve çoğalan aydınlığına.

Sen cennetin sonsuz isimlerinden bir isim değil, cennet ve cehennemin bittiği yerde konaklayan gizin eski adısın. Adınla tazeleniyor acılarımız ve hüzünlerimiz. Yüzün hem bir giz denizi, hem bir hüzün ormanı, hem de sonsuzluk deryasıdır. Ona bakıyor kendimi görüyorum. Ona eğiliyor kendimi yüceltiyorum. Ona bağlanıyor kendimi aldatan bahçelerden çıkıyorum. Onu gördüğüm andan beri yüreğim ve gözlerim bir an uyumuyor, anlamlarda, Ihlamuraltı’nda kurumuş yapraklarda, Dom Kilisesi’nin avlusundaki sefil kalabalıkta, metro vagonlarında, şehirlerde, zamanın sabit olmayan karelerinde, yetim bir çocuğun üç günlük açlığında dolaşıyor.

Düşkünlerin ve bakış kuşu vurgunlarının acılarını sadece sen dindirebilirsin. Gözlerinin bir imasıyla unutuşun ve hatırlayışın kitabı yazılır. Simge denizi diye dalınan her derinlik adın ve evrensel bir sigaranın tüttürüldüğü tanımsız parmaklarındır. Onların semada çizdiği nokta, işaret ve alanlardır ruhumuz kıvrımları. Bir kader resmi çizer soluk alıp verişin. Bochum’daki mütevazı öğrenci lokalinde, konuklara bisküvi çay ikram eden telaşlı bir insan sıcağıyla çıkıyoruz yola. Kalbim orada kalıyor. Arabanın arka camından bakıyor, uzaklaştıkça küçülen bir resmin nasıl oluyor da içimde sonsuzca büyüdüğünü anlayamıyorum.

Sadık Yalsızuçanlar

Huruf / Toplu Öyküleri 3 / Çarkıfelek



22 Ağustos 2016 Pazartesi

Murad Ertaylan Kim O?

Kitap Tanıtımı : Murad Ertaylan – Kim O?

“Birdenbire dank etti ki, bardağın ne kadarının dolu olduğunun aslında hiç önemi yok. Asıl mesele, bardağın içinde ne var? Bu keşfim hoşuma gitti ve oğlum yanımda değilken geçen zamanımı olduğu gibi kaydetmeye karar verdim.”

Murad Ertaylan, edebiyat krallığının topraklarına kattığı 16 yeni öyküyle bayrağını dünyanın öbür ucunda da olsa dalgalandırmaya devam ediyor. Bu kitapta bize sunduğu hikâyelerin tamamı her ne kadar yazarımızın 2009 senesinde yerleştiği Avustralya’da kaleme alınmışsa da henüz yeni kıtasından fazla iz yok yazılarında, anlattıklarının tamamı bizden. Bu coğrafyada olmuş veya olabilecek olayları kimi zaman eğlenceli kimi zaman duygusal bir dille aktarıyor. Okudukça anlıyoruz ki, kurmacayı bir sanattan ziyade bir oyun alanı olarak algılıyor ve gerçeklikle hayal gücünü harmanlamaktan keyif alıyor. Belki de onu, bu yaklaşım farklı kılıyor.

Murad Ertaylan - Kim O?
Murad Ertaylan – Kim O?

Okuyucu yorumları:
“En beğendiklerim Hikâye Hikâye, Her Şey Yokunda, Eşit Değildir İşareti, Son Dua, ve de elbette Vecihi. Sanki o karakterlerle özdeşleştim, onlar oldum. Evlerdeki yemek kokusunu, o sıcaklığı hissettim.” – Banu L. (İngilizce Öğretmeni)
“Çok rahat okuduğumu söylemeliyim öncelikle. Eskilerine kıyasla bu kitaptaki hikâyelerin daha net mesajları var. Tabiri caizse Kim O? ayağını daha sağlam basıyor.” – Suna Ö.( Bilgi İşlem İş Ortağı)

“Öykülerin dili çok güzel, bir sonraki cümleyi merak ederek okuyorum. Öncekiler de güzeldi, ama Kim O? ile daha da gelişip, tadından yenmez olmuş.” – Dilcan E. (Yönetici Asistanı)

“Her birinde farklı anlatım teknikleri var. Mesela, Kurgulayamadıklarımızdan mısınız?, isimli hikâyeyi ilk gördüğümde eyvah dedim, düzeltmeleri çıkartmayı unutmuşlar baskı sırasında… sonra çok güldüm kendime. Bir bütün olarak çok beğendim kitabı.” – Özgür K. (Diş Hekimi)

Alıntılar:
“Birden bire dank etti ki, bardağın ne kadarının dolu olduğunun aslında hiç önemi yok. Asıl mesele, bardağın içinde ne var? Bu keşfim hoşuma gitti ve oğlum yanımda değilken geçen zamanımı olduğu gibi kaydetmeye karar verdim.” – Bardağın İçinde Ne Var?

“Yumuşak G kadar sessiz olabilirim istersen yüreciğinin köşesinde eğer varsa ikinci bir şansım. Biriciğim sanma ki bir an olsun çıktın aklımdan, ama yokluğun bir azap gibiydi sevgilim ve söz geçmedi benim haylaza. Evet özrüm kabahatimden büyük ama zaten en güzel kanıt değil mi bu hatamın ufaklığına? At beni kalbinin tozlu dehlizlerine ve kilitle kapıyı üstüme ama yeter ki beni susuz bırakma. Kedinin veya martının suya ihtiyaç duyduğu gibi değil, balığın muhtaç olduğu kadar muhtacım ben sana.” – Yumuşak G Kadar Sessiz

“Sim uyumuştu ama Tacizer otomatiğe bağlamış gibi sallamaya devam ediyordu kolunda. Bıkmıyor, yorulmuyordu hiç annelikten. Sarı saçları o kadar güzelmiş ki doğduğunda, başında ‘altın bir taç’ gibi parladığı için görür görmez Tac-ı Zer ismini koymuş kayınvalidem. Prenses demenin ne kadar da zarif bir yolu. Gel gör ki nüfus memurunun eski Türkçenin inceliklerinden haberi yokmuş ve ‘ı’ yerine ‘i’ ile Tacizer yazmış. Altın taçlı karım, olmuş sana, tacizci asker, kısmet işte.” – Altın Taçlı Karım

Kim O? belli başlı internet kitapçılarından isteğe göre karton kapaklı basılı olarak, veya elektronik formatta temin edilebilir.



Nietzsche’den Hayat Dersleri: Güçlü, Özgür ve Anlamlı Yaşamak Üzerine

  Nietzsche’den Hayat Dersleri: Güçlü, Özgür ve Anlamlı Yaşamak Üzerine