Yunus emre etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yunus emre etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Nisan 2016 Perşembe

Ayna Ayna Söyle Bana

Kısa Öykü – Ayna Ayna Söyle Bana

Bir göl kenarında oturmuş huzur ve sükunu solukluyordu adam. Her şeyden ve herkesten  uzak olmak O’na çok iyi gelmişti.  Yemyeşil çam ağaçlarının gölgesinde yalnızlığına gömülmüşken bir kadın geldi yanına.

-Kendinden kaçmak iyi geldi mi?

-Kendimden kaçmak ne mümkün, sadece imgeler dünyasından uzaklaşıp ruhumu dinlendirmeye çalışıyorum. Çünkü gittikçe dünya koktuğumu düşünüyorum ve bundan mutlu değilim dedi adam.

Ayna Ayna Söyle Bana

Yalnızlığının bölünmesine kızmışken kederle yıkanmış siyah gözlerine baktı kadının. Tam bir şey söyleyecekken kadın çantasından bir ayna çıkardı ve adama verdi.

“Bu, bildiğin aynalardan değildir, sırlı bir aynadır, dünyaya daldığında bu aynaya bakarak kendine gelirsin” dedi ve sonra gözden kayboldu kadın. Adam acaba bir rüyada mıyım diye düşündü, bu kadın nereden çıktı, bu ayna neydi, yoksa iç sesiyle mi konuşuyordu. Sonra aynaya baktı ve birden kendini şehrin en kalabalık yerinde gördü. Arabaların motor sesleri, egzoz gazları, estetikten uzak yüksek ve gri binalar, el ele yürüyen sevgililer, ay sonunu getiremeyeceğini düşünen emekliler, çocuğunun elinden tutmuş mağazaların vitrinlerine bakan kadınlar…Onların arasına dalıp yürümeye başladı .

Geçmişte insanlardan uzaklaşmayı ve uzlete çekilmeyi düşündüğünü hatırladı. Sonra vazgeçmişti bu düşüncesinden. Elindeki aynaya baktı ve birden kendini Yunus Emre’nin yanında gördü. Koca Yunus, hocası Tapduk Emre ile konuşuyordu. Onlar adamı görmüyordu. Yunus hocasına, “bana izin verin uzlete çekileyim,bir dağ başına gidip yerleşeyim, insanlardan ve onların getirdiği dertlerden uzaklaşayım, hep Rabbimle başbaşa kalayım” dedi. Tapduk Emre gülümseyerek “Evladım, sen kolay olanı seçiyorsun. Önemli olan halk içinde Hakk’la beraber olmaktır, bu yolda ilerlemek istiyorsan halktan gelen cefalara sıkıntılara göğüs germen lazım” dedi.

Adam bu sahneyi gördükten sonra yine gürültü dünyasına döndü ve hafifçe gülümsedi. Zira geçmişte bunu öğrendiği için uzlete çekilme fikrinden vazgeçmişti. Şimdi bu sırlı ayna O’na bu anı hatırlatmıştı. İnsanın arınıp nefsini temizlemesi için insanlardan gelen sıkıntılara sabır göstermesi gerekiyordu. Burada insan ve olaylar bir sebepti aslında. Sebebi değil sebebi yaratanı görmek lazımdı. Resmi değil Ressam’ı görmek gibi. Ancak bu şekilde huzura erebilirdi insan. Bu konuda bazen başarısız olduğunu düşündü adam, resme takılmaktan kurtulamıyordu bir türlü. Ama bunun hemen olamayacağını da biliyordu. Bir fidan nasılki yavaş yavaş büyüyüp meyve veren bir ağaç oluyorsa insanın olgunlaşması için de zaman lazımdı. Hem bu dünyaya niçin gelinmişti ki? Tertemiz ve günahsız bir bebek olarak geliyor, sonra büyüdükçe kirleniyor, kirlendikçe arınmak için yollar arıyor ve olgunlaşarak bu dünyadan gidiyorduk. Bu herkese nasip olmuyordu şüphesiz, zira dünya hayatının zehirli bala benzeyen zevkleri bizi kemale ermekten alıkoyuyordu. Olsun, en azından hacca gitmeye çalışan karınca misali bu yolda oluruz ve ölürüz diye düşündü adam.

O Aramakla Bulunmaz

Biraz ilerledikten sonra bir taksiye bindi, şoförü gözü hiç tutmamıştı ama üstünde durmadı. “İçinizin ısınmadığı insanlardan uzak durun” sözünü hatırladı. Bunu hayatında uyguluyordu, bazen yanılmıyor da değildi ama çoğunlukla doğru çıkıyordu. Şoförün “nereye gidiyoruz” sözüyle kendine geldi. Yolu ben tarif ederim, böyle gidelim dedi adam. Sağlı sollu ağaçlarla kaplı bir yolda ilerlerken birden kendisine aynayı veren kadını gördü. Hemen taksiyi durdurdu ve indi, kadına yaklaştı.

– Sizi bir daha göremem diye düşünüyordum ama karşıma çıktınız.

– Ayna işe yarıyor mu?

– Evet. Bakalım bundan sonra neler göreceğim, merak ediyorum.

– Aynayı sakın bırakmayın, o size zor zamanlarınızda yol gösterecektir.

Kadın bunları söyledikten sonra gözden kayboldu yine. Adam üzerindeki şaşkınlığı atamadan çalan telefonuna baktı, arayan çok sevdiği bir arkadaşıydı. Acilen yanına gelmesini istiyordu. Tekrar taksiye binerek arkadaşının olduğu yere gitti. Giderken merak içindeydi. Bir kafede buluştular. O sırada içeri hırpani kılıklı biri girdi ve yanlarına geldi. Arkadaşına “Merak etme, birşey olmayacak, sadece sınanıyorsun, sabretmelisin” dedi ve geriye dönüp gitti. Adam ve arkadaşı şaşırıp kalmışlardı. Gelen kimdi, arkadaşı neyle sınanıyordu, bunu nasıl bildi diye düşünürken arkadaşının gözlerinden süzülen yaşı görmesiyle düşüncelerinden uyandı. Arkadaşı hiç birşey söylemedi, sessizliğe büründü, adam da sormadı zaten, kalpten kalbe konuştular bir süre. Gelenin kim olduğunu merak eden adam cebinden aynayı çıkardı ve aynaya bakınca o hırpani kılıklı adamı gördü. Çok güzel bir sarayın içindeydi ve kendisine “surete tapmayı bırakıp manaya bak, nice hazineler harabelere gizlenmiştir, insanın kılık kıyafeti seni aldatmasın, gönül aynanı temizlersen sana arşın hazineleri açılır” dedi. 

O esnada kendini yeniden göl kenarında oturur buldu adam. Sırlı aynanın aslında gönül aynası olduğunu ve onu temizlediği oranda hakikate ulaşacağını anladı. Yerinden kalkıp evine dönmeye hazırlandığında “O aramakla bulunmaz fakat yine de O’nu bulanlar arayanlardır ” sözü yankılanıyordu kalbinde…

17 Nisan 2007 Salı

Takva Filmi Üzerine Düşünceler

takva
Geçen gün Takva filmini aldım ve izledim, önce konu:
“30 yıldır aynı mahallede yaşayan Muharrem, gece gündüz ibadet eden, mütevazı biridir. Bu kendi halinde yaşanan hayat, mahallede gidilip gelinen dergah şeyhinin dikkatini çeker.
Şeyh, dergahın sahip olduğu mülklerden kira toplama işini, güvenilir bulduğu Muharrem’e verir. Yeni giysiler, cep telefonu ile donatılan Muharrem, pek de alışık olmadığı bir dünyadadır artık. Çevresine karşı bakışı dünya işleriyle uğraştıkça değişen Muharrem, çalıştığı yerde istemeden de olsa bir yolsuzluk yapar. Bu durum onun iç huzurunu karmakarışık bir hale getirir. İnandığı değerlerle karşılaştıkları arasında bir çıkmaza doğru sürüklenir.”
Bu filmi ilk çıktığında merak etmiş fakat sinemada izleyememiştim. Aslında ilk anda çok çarpıcı olmuş diyemem fakat yine de önemli ve izlenmesi gerekli diye düşünüyorum. Bazı yönleri abartıya kaçmış: Tarikattaki zikir esnasında amigo gibi el çırparak milleti galeyana getirme çalışması vs… Onun dışında, hayatı boyunca dünyaya karışmamış bir insanın seküler hayata bodoslama çarpması ve yaşadıkları, paranın getirdikleri (ve tabii götürdükleri), şöhret vs gibi konular açısından izlemeye değer…
Filmi izleyince aklıma, Yunus Emre‘nin manevi eğitimini tamamladıktan sonra Tapduk Emre‘den eşini-ailesini-her şeyi bırakıp yanına yerleşme ve uzlete çekilme isteği karşısında Hocasının: “Hayır, sen ailene-halkın arasına dön, önemli olan halkın içindeyken Hakk’la beraber olmaktır” sözü geldi.
Modern hayatın içinde her şeye-herkese rağmen yine de O’nunla beraber olmaya çalışmak kaygısı-kavgası…ne güzel….

7 Ağustos 2005 Pazar

Sonum Yokluk ise Bu Varlık Niye?

İçimdeki iniş ve çıkışları hayretle izlemekteyim. Dün canım sıkılmıştı, artık kitap okumak istemedim, zaten nerdeyse bir haftadır sadece gazetelerle idare ediyorum. İnsan içindeki doyumsuzluğu nasıl sükuna erdirir, hala bulamadım. Zaten kendini hayatın boş işlerinden kurtarıp ben kimim, neyim, burada ne arıyorum, bu insanlar ne yapıyor, neden ölüp toprağa karışılıyor, yok mu olacağız, sonum yokluk ise bu varlık niye, neden her şey fani, sevinç de hüzün de neden kısa sürüyor…. gibi sorular soran insanlar bu işe kafa yoruyorlar. Ey hayat, sen nesin, nasıl birşeysin, seni çözmek istiyorum. Yoksa isteklerden kendini arındırmak mı lazım, ne bileyim kardeşim. Bir an yüce duygular seni göklere çıkarıyor, bir süre sonra süfli düşüncelerle utanıyorsun, bir de kendine bakıyorsun, ben napıyorum bu dünyada?

Aklımda deli sorular
Aklımda deli sorular

Çare inzivaya çekilmek değil kesinlikle. Yunus Emre, Tapduk Emre’den eşini, çoluğunu çocuğunu bırakıp inzivaya çekilmek için izin istemiş fakat cevap: bu kolay olandır, önemli olan insanların arasında olup onlardan gelen cefaya katlanarak bu yolda yürümek olmuş. Bence de doğrusu bu, ruhbanlık değil. İnsanlara bakıyorum, bu dünyanın gölgeliklerine takılıyor, çok küçük ve önemsiz şeylere önem veriyor ve bundan mutlu oluyorlar. Ben farklı mıyım sanki? Ayağımdaki prangalardan kurtulmak istiyorum ama bu tür şeyler peşimi bırakmıyor. Oysa Goethe‘nin dediği gibi “Ey sükun! Gel artık yerleş içime“. Bunu düşünüyorum devamlı. Bir iki yazı önce NFK’nın şiirini yazmıştım buralara. Bu şiir benim de düşüncelerime tercüman oluyor: ” Boşuna gezmişim yok tabiatta / İçimdeki kadar iniş ve çıkış”.
Nasıl oluyor da insan en sevdiği canını kaybedip kara toprağa verdiğinde zamanla bunu unutuyor ve dünyaya dalıyor. Ey Büyük Allah’ım! Sen nelere kadirsin, bize neler vermişsin. Eğer bu unutma denen hadise olmasaydı biz ne yapardık? Bununla beraber yine de insan geçmiş ve geleceği düşünerek üzülen veya sevinen tek varlık. Zeynebimin geçen seneki ameliyatını her düşündüğümde gözlerim dolar, içimden bir şeyler kopar ve sanki kor bir ateş vücudumda dolaşır, şimdi olduğu gibi. Bir haftadır kol ve ayakları kesilen bebeğin fotoğrafları kaplıyor gazete sayfalarını. Yavrum, hiçbirşeyden habersiz oyuncaklarına sarılıyor ve etrafa gülücükler dağıtıyor. Anne ve babasının yaşadıklarını derinden hissedebiliyorum. Hele kızıma ameliyat elbisesini giydirdikleri anı hiç unutamıyorum.
Bunları yazarken gözlerim doldu. Zaten izin sonrası 3 hafta geçti ve yine duygu denizlerim kabarmaya başladı. Bazıları kafayı uyuşturuyor ama bu çare ve çözüm değil. Bu dünyanın bir gölgelik olduğunu ve ufak tefek şeylerle dolu olduğunu ve buna üzülmenin aslında boş olduğunu görebiliyorum. Ama gel gör ki, insanız biz ve ayağımıza takılan ipleri bir türlü çözemiyoruz.
Vesselam…

(Askerde yazılan bir yazı-2005)

Nietzsche’den Hayat Dersleri: Güçlü, Özgür ve Anlamlı Yaşamak Üzerine

  Nietzsche’den Hayat Dersleri: Güçlü, Özgür ve Anlamlı Yaşamak Üzerine