Tasavvuf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tasavvuf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Eylül 2015 Pazartesi

Aşkın Hakikatine Doğru Bir Yolculuk

Aşkın Hakikatine Doğru Bir Yolculuk

İnsanın olduğu her yerde aşktan bahsedilir. Neler yazılmamış, neler yaşanmamıştır ki bu yolda? Yazılacak bir şey de kalmamıştır belki ama yine de biz yazmaya çalışalım elimizden geldiğince.

Aşk, Arapça “aşeka” kökünden gelen bir sözcük: sarmaşık gibi sarmak anlamında. Sarmaşık gibi ağacı sarar ama ağacın öz suyunu alır bitirir ! Aslında aşkın tanımı için üstadımız Hz. Mevlana’nın sözü yerindedir. “Aşk nedir?” diye sorulduğunda “ben ol da bil” demiştir…

Aşkın Hakikati

Bir çok çeşidi var aşkın: Eşini, çocuğunu, arkadaşını sevmekten tutun doğaya ve tabii ilahi olana duyulan aşk. Son zamanlarda bir çok kelimede yaşandığı gibi aşk kavramında da kafa karışıklığı mevcut, bunda -sağolsun- medyanın etkisi az değil. Bir hoşlanma veya başka duyguların tatminine “aşk tazeledi” derseniz aşkı ayağa düşürürsünüz. Oysa aşk o kadar ulvi bir şeydir ki, varoluşumuzun sebebidir diyebiliriz.

Farklı kültürlerde farklı yaklaşımlar söz konusu aşka dair. Doğuya gittikçe kadim geleneklerde aşk yücelirken batıya doğru gittikçe Freudcu yaklaşımla sadece bir takım duyguların tatminine kadar indirgenebiliyor aşk. Biz aşkın hakikatine doğru yolculuk yapacağımız için kendi kültür kodlarımızdan hareket edeceğiz.

Aşkın Hakikati

Tasavvufi yaklaşıma göre sufiler, yaratılan canlı cansız her şeyin aşktan ileri geldiğini söyler. Bunda da -bazıları karşı çıksa da- çok bilinen şu Hadis-i Kudsiyi baz alırlar: “Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi istedim, bilinmeyi sevdim“. Allah canlı cansız tüm mevcudatı bu sevgiden yaratmıştır. Kendi sıfatları-isimlerinin tecellisini varlıkta görmek istemiştir. Çeşit çeşit varlıkta sınırlı isimleriyle tecelli ederken tüm isimleriyle insanda tecelli etmiştir. O yüzden insan çok önemlidir Allah’ın indinde. Sufilere göre kainatın ilk yaratılış sebebi bahsettiğimiz bu sevgi/aşktır.

Bu hal, kadim metinlerde şöyle anlatılıyor: ” varlığa ait ve birbirinden ayrı cüzler arasında bir çekim vardır”.  Buna kavuşma / vuslat deniliyor. Aşkın şiddeti parçaların birbirine uzaklığı oranında artıyor. Aşk kavuşmamaktır aslında, kavuştuğunda biter çünkü. Aşık maşukuna kavuştuğunda aşk biter, yerini vuslat alır. Biz de bu durumu “evlilik aşkı öldürüyor” şeklinde yorumlarız. Evlilik tabii ki aşkı öldürecek, yoksa bu evlilik/vuslat hali olmaz! Aşkın görevi burada bitmiyor, vuslattan sonra bir adım öteye giderek aşkın hakikatine ulaşmamız lazım.

Mecazi ve İlahi Aşk

Kadim kültürümüzde varlığa, doğaya, dostlarımıza duyulan aşka mecazi aşk deniliyor, hani Mecnun’un Leyla’sına duyduğu aşk. Mecazi denilmesinin bir anlamı var, o da bu aşkın işaret ettiği bir şey var, burada takılma, varlıkta kalma, onu yaratan İlahi olana bu aşkı yönlendir. Mecnun yıllarca Leylası’nın peşinden koşar, aşk acısıyla ömrünü geçirir, Leyla’ya kavuştuğunda ise “benim aradığım bu değilmiş” der ve oradan fani olanın değil hakiki olanın aşkına kanat vurur. Aşkın hakikati budur aslında. Burada Leyla önemli değil diyemeyiz, mecazi olarak bir şeye işaret ettiği için çok önemli. O olmadan İlahi olana geçemiyoruz. Leyla burada fani olanı temsil ediyor. Mecnun fani olanı mı sevecek yoksa Allah’ın yaratılışta insanın içine koyduğu baki olana duyulan aşkı mı? Büyük ruhlar Leyla’da takılı kalmıyor ve oradan yani mecazi aşktan ilahi aşka doğru yürüyor.

Modern Zamanlarda Aşk

Seküler yaşam tarzı aşkın kaynağını burada göremediği için sıkıntılar yaşanıyor. Aşkı sadece bedene indirger ve Leyla’yı hedef alırsanız ve “sen benim her şeyimsin” derseniz, Leyla sizden gittiğinde veya bir hata işlediğinde yıkılmaktan kendinizi alamazsınız. Günümüzde yaşanan aşk cinayetleri, acılar ve ıstıraplara bu gözle bakmakta fayda var. Sevilenin tanınmayışı ve hakikatinin bilinmeyişi sonucu yaşanan patolojik haller bunlar…

Modern Zamanlarda Aşk

Aşkı sadece Leyla için düşünmeyelim: yaratılan her varlığa bu gözle bakmayı başarabilirsek sokaktaki kedi köpeği tekmelemeyecek, bir çiçeği koparırken iki kere düşüneceğiz.

Bizim geleneğimizde özellikle Anadolu’da bu bakış açısı vardı. Dervişlerin, alperenlerin yurdu Anadolu, Yunus Emrelerle, Hacı Bektaşilerle, Mevlanalarla bu anlamda yoğrulmuştu. Fakat son yüz yıldır bu bakış açısını kaybettik sanırım. Aslında hala Anadolu’dan ümidimi kesmiş değilim ama bizim iki yüz yıldır süren Batıyı örnek alma anlayışımız bizi biz yapan bazı özelliklerimizi unutturdu sanki bize. Bilime ve diğer evrensel kabullere evet ama özümüzü kaybetmeden. Mal mülk sevgisi, maddeye olan aşkımız o kadar arttı ki, metafizik yanımızı unutur olduk. Her gün şikayet ettiğimiz trafikteki saygısızlıklar, birbirimize olan düşmanlıklarımız, doğayı ağacı hunharca katledip gökdelenleri dikmeyi marifet sanmamız, sokak hayvanlarına acımasız davranışlarımız, kurban keserken işin mahiyetini bilemeden hunharca davranışlarımız…. bunların hepsi varlığın tümüne aşkla bakmayı beceremediğimizden ileri geliyor.

Aslında aşkla ilgili yazılacak çok şey var ama dilimizden şimdilik bu kadar döküldü. Allah hepimize Leyla’da takılı kalmayıp Mevla’ya doğru kanat çırpmayı ve tüm varlığa aşkla bakabilmeyi nasip etsin, amin…

9 Aralık 2014 Salı

Şeb-i Arus Törenleri ve Mevlana

Şeb-i Arus Törenleri ve Mevlana

Şeb-i Arus, Farsça “Düğün Gecesi” anlamına gelmektedir ve 17 Aralık 1273 Pazar günü bu fena aleminden beka alemine göç eden Hz. Mevlana’nın vefat ettiği günün hatırası olarak kullanılan bir tabirdir.

mevlanahz
Şeb-i Arus Törenleri ve Mevlana

Mevlana Hazretleri, ölümü “Sevgiliye kavuşma” olarak düşündüğü için ölüm gecesini bir vuslat gecesi olarak düşünmektedir. Kim sevgilisine kavuşmak istemez ki? Modern insanın en büyük korkularından biridir ölüm korkusu. İnsanı sadece maddeden ibaret addeden modernizm bize hazzı empoze ettiği için ölümle elimizdeki bu hazlardan eser kalmayacak düşüncesi içindeyiz. Oysa insanın madde ile mananın bütünü olduğunu anlayabilsek, Platon’un mağara benzetmesinde anlattığı gerçek dünyadan bihaber gölgeler dünyasından kurtulup gerçeğe ulaşabileceğiz. Son iki yüzyılda madde-mana dengesi şaştığı için bu hallerdeyiz, dünyanın da ekolojik olarak çivisini çıkarmadayız. Halbuki bizim Mevlana gibi değerlerimiz var. Hz.Mevlana’nın belirttiği gibi elest bezminden gelen insan, bu dünyaya gözlerini açmakla beraber aslında sonsuz bir yolculuğa adaydır ve ölüm dediğimiz hadise, bu sonsuz hayatın bir kapısıdır. Öyleyse korkmaya da gerek yoktur ve bu kapının açılması bir düğün gecesi neşesi içinde karşılanmalıdır.

Şeb-i Arus Törenleri ve Sema Hakkında Bilinmesi Gerekenler

Her yıl Hz.Mevlana’yı anmak için Şeb-i Arus törenleri düzenleniyor. Asıl yeri Konya olmakla beraber artık bir çok farklı ilde törenler de düzenlenmektedir. Konya, bunu istemese de diğer şehirlerde yaşayan insanların bu havayı soluması için oldukça faydalı olduğunu düşünüyorum.

Semazenler
Semazenler ve Sema

Sema ve semazenler hakkında yanlış bilinen kavramlar var, bildiğim kadarıyla aktarmak istiyorum:

  • Sema lügatte işitmek manasına gelir, terim olarak musiki namelerini dinlerken vecde gelip kendinden geçerek dönmek anlamındadır.
  • Hz. Mevlana, Hz. Şems ile tanışmadan önce sema etmemiştir. Hz. Şems’le kavuşma ve ayrılık dönemlerinde sema etmiştir.
  • Hz. Mevlana, zerreden feleklere kadar herşeyin sema ettiğini söylemektedir.
  • İslam’da ilk sema edenin Hz. Ebubekir olduğu söylenir. (Bir yerde okumuştum, kaynağını hatırlayamadım)
  • Sema ayini, Mevlevilik tarikatının bir ayinidir.
  • Hz. Mevlana’nın vefatından sonra oğlu Sultan Veled, sema ayininin kurallarını belirlemiş ve bugüne kadar gelmiştir.
  • Semazenler boş yere dönmezler, dönerken Allah’ı zikrederler.
  • Sema esnasında çalınan müzik, tarikat ehli dışında olumsuz karşılanmıştır fakat tasavvuf ehli sema ayinindeki müzik ve raksın Allah’a yaklaştırdığını düşünmektedir.
  • Semazenin sağ eli yukarıya sol eli aşağı bakar: Allah’dan aldığını halka, kendine mal etmeden ulaştırır.
  • Semazenlerin giydiği siyah hırka toprağı-kabri, içine giydikleri beyaz Tennure saflığı ve kefeni, başlarındaki sikke ise tevhidi ve mezar taşını temsil eder.
  • Kırmızı posta oturan kişiye Postnişin denir ve Hz. Mevlana’nın makamını temsil eder, herkesin oturması uygun değildir.

Aklıma gelenler bunlar. Daha detaylı bilgilere erişmek için Semazen.net sayfasına bakabilirsiniz. A’dan Z’ye tüm bilgileri burada bulabilirsiniz.

Son zamanlarda tüm dünyada Hz.Mevlana’nın daha çok tanındığını görmek çok sevindirici. Amerika’da şiir dalında en çok satan yabancı kitap Rumi-Mesnevi’dir, tabii hepsi değil bazı beyitleri. İnsanlar O’nu şair olarak görebilir fakat O aslında büyük bir Hak aşığıdır. Eleştirmek istediğim bir husus var: otel veya restoran açılışları gibi durumlarda bazen sema ayinleri düzenlenmektedir.Bu bence yanlıştır, olmaması gerekir, bu konuya dikkat edilmesi gerekir. Sonuçta sema ayini bir nevi ibadettir. Bir diğer konu da sosyal medyada paylaşılan ve ilgisi olmadığı halde altında Hz.Mevlana yazan paylaşımlar. Bazen dayanamayıp “bu söz hangi eserinde yazıyor” diye yorum yazıyorum, cevap gelmiyor tabii.

Hz. Mevlana, Mesnevi‘sinde şiir söylemek istemediğini fakat şiirle insanlara bazı şeyleri daha iyi anlatabileceğini söyler. Yoksa derdi şairlik değildir. O’nun derdi aşktır, İlahi Aşktır. Büyük bir Hadis Bilgini olan Mevlana Hazretleri, Hz. Şems gelene kadar müderris olarak medresede ders vermekte ve büyük bir hayran kitlesine sahiptir. Fakat içinde eksik olan birşeyler vardır, o da ilahi aşktır. Rabbinden bunu ister ve Allah karşısına, ilahi aşkı anlatan Hz. Şems’i çıkarır. Hz. Mevlana’yı Mevlana yapan Şems’dir. O elinden tutup Hz Mevlana’yı ilahi aşk deryasına bırakmış ve hayatından çekilmiştir. Hz. Şems’in ilk geldiğinde yaptığı şey daima ilgimi çekmiştir: Mevlana’nın çok kıymetli yazma eserleri de barındıran kütüphanesindeki kitapları havuzun içine atmıştır. Önce Hz Mevlana şok olur ama sesini çıkarmaz. Hz. Şems kitabi bilgiyi bir kenara bırakmasını anlatmaya çalışmıştır. Marifet bilgisine bilgi ve aşkla gidilir, bu kuşun iki kanadı gibidir, biri olmazsa kuş uçamaz. Hatta Hz. Peygamberimiz’in Mirac hadisesinde Sidret-ül Münteha’ya kadar kendisine eşlik eden Cebrail (AS)’in bu noktadan sonra ben gelemem yanarım dediği meşhurdur. Cebrail(AS) aklı-bilgiyi temsil eder ve bilgiyle oraya kadar ulaşabilmiştir. Hz. Peygamberimiz ise bu noktadan sonra Rabbi’ne diğer kanadı olan aşkla gitmiştir.

osunsen
Neyi arıyorsan O’sun sen…





Son söz yine O’na ait olsun: “Neyi arıyorsan O’sun sen“. Bu soruyu kendimize sormamızda çok çok faydalar var; parayı mı, makamı mı, Leyla’yı mı yoksa Mevla’yı mı….neyi arıyoruz, vesselam.

11 Kasım 2014 Salı

Uyku ve Rüyalar Hakkında Bilmediğimiz Çarpıcı Gerçekler

Uyku ve Rüyalar Hakkında Bilmediğimiz Çarpıcı Gerçekler

Uyku ve esnasında gördüğümüz rüya, insan hayatının en gizemli yönlerinden biri. Tarih boyunca, özellikle rüya tabiri konusunda, üzerinde çok durulmuş, tabirler yapılmaya çalışılmış. Şimdilerde ise bilimin gelişmesiyle rüyaların sırlarına erişilmeye çalışılıyor.

rüyalarımız
Uyku ve rüyanın gizemli dünyası

Ömrümüzün üçte birini uykuda geçirdiğimizi düşünürsek aslında uykunun ve gördüğümüz rüyaların önemi bir o kadar daha artmaktadır. Önce neden uyuduğumuza bir bakalım, sonra detaylara ineriz.

Neden Uyuyoruz?

Öncelikle uykunun çok büyük bir nimet olduğunu belirtmemiz lazım. Uyumayan insanların çok ciddi problem ve huzursuzluklar yaşadığı biliniyor. Uyku, beyin için çok gerekli bir eylem. Biz, vücudumuz dinlensin diye uyumayız. Çünkü uzandığımız zaman vücudumuz dinleniyor zaten fakat beyin hala aktif. Uyku sırasında beynimiz, gün içinde gördüğü-duyduğu-öğrendiği şeyler hakkında adeta bir temizlik yapmaktadır.

Neden uyuyoruz?
Neden uyuyoruz?

Örneğin bugün sokakta 50 kişiyle karşılaştınız, beyniniz bu yüzleri hafızasına kaydediyor ve uyku sırasında size soruyor “bunlar gerekli mi, hafızamda tutayım mı, yoksa sileyim mi?” Aynen bilgisayarın çalışma mantığı gibi. Bilgisayarda bir ROM hafıza (harddisk diyebileceğimiz kalıcı hafıza) ve bir de RAM hafıza var. RAM hafıza, bilgisayar çalışırken dosyaları,programları aklında tutar ama bilgisayarı kapattığımızda silinir gider. Oysa ROM silinmez.






Beynin çalışma mantığını da biraz buna benzetebiliriz. Sokak dışında, toplantıda gördüğünüz yeni bir kişinin yüzünü beyin uyku sırasında kalıcı hafızaya atabiliyor, ilerde lazım olabilir diye. Diğer bir ifadeyle şöyle diyebiliriz: Beynimiz uyku sırasında, gün içinde edindiği verileri gözden geçiriyor ve bizim onlara bağladığımız duygusal etiket ve mantıki önem sırasına göre de eliyor. Bu temizliği de en çok REM evresinde yapıyor.

Uykudaki REM Safhası

Her gece uykumuzda, yaklaşık her 90 dakikada bir REM (Rapid Eye Movement-Hızlı Göz Hareketi) denilen bir evre yaşıyoruz. Uyku süresini REM ve N-REM (REM Dışı) şeklinde ikiye ayırabiliriz. Bizi ilgilendiren REM kısmı. Ortalama 20 dakika süren bu evrede beynimiz uyanık haldeki gibi aktif ve bu evrede rüyalar görüyoruz. 

REM Evreleri
REM Evreleri

REM esnasında gözlerimiz hızlı hareketler sergiler. Bu anda uyandırılan kimseler, genellikle rüya gördüklerini söyler. Rüya anında uyandırılan kişiler de gün içinde yorgun,argın ve bitkindir. REM uykusu tamamlandığında uyanan insanların daha dinç hissettikleri bilinmektedir. Bunun nedeni ise (ki, çok ilginç) beyinin REM evresinde, hareket fonksiyonlarını engelleyerek kısmi bir felç hali geçirmesidir. Çocuklukta REM uykusunun süresi daha fazladır.

REM Evresi Beyin Aktivitesi
REM Evresi Beyin Aktivitesi

REM halindeki bir insan, televizyon seyrederken harcadığı enerjiden daha fazlasını harcamaktadır. İyi bir uyku, REM bilinçaltı birikimini boşaltmada yardımcıdır. 

Nasıl Rüya Görüyoruz?

Uykuda beynimizin oldukça aktif olduğunu ve özellikle REM devresinde bazı temizlikler yaptığından bahsettik. Peki bu nedenle mi rüya görüyoruz? Beynimizin bir özelliği var: içinden herhangi bir veri geçerken, bir şey üzerinde çalışırken ona anlam vermeye çalışıyor. Çünkü beyini bir makine olarak düşünürsek onun asıl işi dünyaya anlam vermeye çalışmak. Bütün duyularımıza bir anlam verip onu kişisel tecrübeye dönüştürüyoruz. Uykuda mantık merkezimiz kapalı olduğu için beynimiz verileri gözden geçirirken adeta bir senaryo yazmaya başlıyor. O yüzden çok acayip senaryolar çıkıyor rüyalarımızda. Çünkü birbirinden alakasız verilerden bir anlam çıkarmaya çalışıyoruz. İşte bu temizlik esnasında meydana çıkan görüntülere” rüya” diyor bugünkü bilim.

Rüyalar
Rüyalar

Rüyalarla İlgili Çarpıcı Gerçekler

  • Rüyalarımızın %90’ını unutuyoruz.

Uyandıktan sonraki 5 dakika içinde gece gördüğümüz rüyaların %50’sini unutuyoruz. 10 dakika içindeyse %90’ını!

  • Herkes rüya görüyor.

Ağır psikolojik rahatsızlığı olanlar dışında herkes rüya görüyor. Çok çabuk unutulduğu için görmedik diyebiliyoruz.

  • Hayvanlar da rüya görür.

Bir çok bilimsel araştırma, hayvanların uyku esnasındaki beyin aktiviteleri ile insanlarınki neredeyse aynı.

Rüyamıza gerçek hayattan kesitler katılabilir

Rüya görürken odada çalınan bir keman sesi, rüyanıza girebiliriz ve rüyada kendinizi bir konserde keman dinlerken bulabilirsiniz.

  • Gelecekten haber veren rüyalar

İnsanların %38’i rüyalarının en az bir kere çıktığını ifade ediyor. Bu konuda hiç bir bilimsel veri olmasa da rüyaların gelecekten haber verdiğine inananların oranı %68.

Rüyanın Metafizik Yanı

Buraya kadar yazdıklarım uyku ve rüyanın bilimsel açıdan irdelenmesi diyebiliriz. Oysa rüyaların bir de metafizik/manevi yönleri vardır. Tarih boyunca krallar,padişahlar rüyaları tabir ettirmek için yanında bu işin uzmanlarını bulundurur, hatta bazen savaşlara bile gördükleri rüya sonucu karar verirmiş. Tabii burada ayrıntılı rüya tabirlerine girmeyeceğim fakat dinimizde durum nasıl, biraz ona değineceğim.

Rüya tabirleri
Rüyanın manevi yönü

Kur’an’da Hz. Yusuf ve Hz. İbrahim’in gördüğü rüyalardan bahsedilir. Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etmesiyle ilgili rüya . Özellikle Hz. Yusuf’a verilen rüya tabiri yapabilme özelliği, O’nun kuyuda gördüğü rüyayı yorumlamasına(rüyasında on bir yıldızla, Ay’ın kendisine secde ettiğini görmüştür (Yusuf, 12/40)  ve hapisten kurtulmasına (Mısır hükümdarının ve hapishanedeki iki kişinin gördükleri rüyaları tabir etmiştir (Yusuf, 12/36, 43) vesile olmuştur. İslam’da rüya konusu oldukça önemli olup Hz. Peygamberimiz(s) bu konuya özel önem vermiştir ve bu konuda sözleri mevcuttur.

Allah, bazı insanların kalplerine uyanıkken bazı ilhamlar verdiği gibi rüyada da semboller vasıtasıyla veya doğrudan ilhamlar verebilir. İnsanın kalbi tasavvufta aynaya benzetilir. Aynaya akseden bu görüntüler/ilhamlar, aslında bizim kalbimizin ne kadar temiz olduğuna/ aynamızın ne kadar temiz olduğuna bağlı olarak gerçekleri yansıtır. O yüzden temiz kalpli dediğimiz insanların gördüğü rüyalar gerçeğe yakın sonuçlar doğurur. Allah, insanın kalp aynasına bazı semboller gösterir, aynanın temiz olmasıyla aksettireceği görüntü o oranda gerçekle örtüşür.

Rüya, dinimizde önemli dedik fakat rüya ile iş görülmez, delil yerine geçmez, bunu unutmamak lazım.

Rüya ile ilgili Peygamber Efendimiz(s) şöyle buyurmuştur: “Salih kişi tarafından görülen rüya, peygamberliğin kırk altı parçasından bir parçadır”. Bir başka hadiste de şöyle der: “Müminin rüyası, peygamberliğin kırk altı parçasından bir parçadır; Peygamberlik gitti ve mübeşşirat kaldı”. Bunu şöyle açıklayabiliriz: Peygamberimiz(s)’e 40 yaşında peygamberlik görevi gelmiştir ve toplam 23 yıl sürmüştür. Risaletinin ilk 6 ayında vahiy, rüyalar halinde geldiği için salih kişi tarafından görülen rüya, peygamberliğin 46’da biri olarak bildirilmiştir.

Rüya Tabiri Konusu

Görüldüğü üzere rüya konusu çok önemli. Freud’un açıklamalarına burada girmeyeceğim ama bizim kültürümüzde rüyalar 3’e ayrılır: Günlük işlerin görüldüğü rüyalar ki, çoğunluğu oluşturur. Şeytani rüyalar ve Rahmani rüyalar. Şeytani diyebileceğimiz kötü rüya görünce kimseye anlatmamalıdır. Rahmani diyebileceğimiz güzel rüya görünce de, sadece sevdiklerimize anlatmamız gerekiyor. Aksi halde rüya tersine çıkabilir. Rüya tabir etmek Allah vergisidir. Herkes rüya tabir edemez. Akıl ve mantık bu iş için yeterli değildir. Rüya merhametli ve öğüt verebilecek durumda olanlara anlatılmalı, güzelce yorumlayamayacak kişilere söylenmemelidir. Hz. Peygamber (s) bir hadislerinde “Rüya gören onu hiç kimseye söylemediği sürece o, bir kuşun ayağına bağlıdır (zuhur etmez); söylerse zuhur eder. Böyle olunca rüyanızı yalnız akıllı, sizi seven veya size öğüt verecek durumda olan kimselere söyleyin” buyurmuştur. Bir de şu ifade oldukça ilginçtir:

İmam Malik’e “Herkes rüya tabir eder mi?” diye sorulmuş “Nübüvvetle oynanır mı?” demiştir. Yine İmam Malik: “Rüyayı iyi tabir edenler yorumlasınlar. Eğer iyi görürse söylesin; iyi görmezse iyi söylesin veya sussun” demiştir.

Son söz niyetine, gördüğümüz rüyaları her önümüze gelene anlatmamalı, hele tabiri konusunda oldukça dikkatli olmalıyız. Piyasada tuğla kalınlığında rüya tabirleri kitapları vardır, belki fikir edinmek için bunlara bakılabilir ama asla gerçek tabiri budur denilemez.



22 Ekim 2014 Çarşamba

Cemalnur Sargut-Allah'ıma Sefere Çıktım

Allah’ıma Sefere Çıktım, Cemalnur Sargut‘un son çıkan kitaplarından. Bu yazıda kitapla ilgili önemli bulduğum kısımları ve bazı yorumlarımı paylaşacağım.

Allahıma sefere çıktım

Önce tanıtım bülteninden arka kapakta yer alan sözlere bakalım:

“Bu âleme gelmekten maksat, maddeden mânâya, kuldan Hakk’a doğru alınan yolda idrakli olmak, nereden gelip nereye gittiğini bilmektir.

Bu seyahat hem kulun içinde hem de kulun dışında gerçekleşir.

Yaşamak, idrak etmek demek olduğuna göre kul, bu yolculukta bir yandan aczini ve yokluğunu anlar, bir yandan da kendindeki Yaradan’ın kıymetini bilir ve “Nefsini bilen Rabbini bilir” lütfuna mazhar olur. Hele bir de ölmeden evvel ölme seviyesine ulaşırsa cenneti burada yakalar, sonsuz huzur ve mutlulukla hakîkî kulluk derecesine yükselir.

Allah’ıma Sefere Çıktım, bu seyahatin merhalelerini anlatıyor. Kişiyi ona şah damarından da yakın olan Allah’a yöneltiyor.

Cümlemize hâl etmek nasip olsun inşallah.”

Tasavvuf konularında yazan Cemalnur Sargut’un bu kitabı, Beyaz TV’de yaptığı sohbetlerin bir kısmından oluşuyor. Konuya meraklı olanlar için yine bir çırpıda okunabilecek bir eser. Bir çırpıda okunabilir ama ara sıra tekrar elime alıp okumak istediğim bir kitap. Tanıtım bülteninde yazan “ölmeden evvel ölme seviyesine çıkarsa Cenneti burada yakalar, sonsuz huzur ve mutluluğa erer” cümlesi, günümüz insanının yaralarına merhem olacak ve mutluluğu arayış noktasında tek çare olabilecek bir ifade diyebilirim. Hepimiz mutluluk peşinde koşuyoruz, aslında huzur daha önemli değil mi? Çünkü sevinç ve hüzün, sinüsoidal bir dalga gibi peşi sıra birbirini takip ediyor. Ruhlarımız -fıtraten- mutlak huzuru arıyor. Adeta kafese kapatılan kuşun vatanını özlemesi gibi. Beden kafesine kapatılan kuşlar gibi olan ruhumuz, geldiği yeri-cenneti özlüyor. Biz de bu özlemi gidermek için maalesef yanlış yollarda dolaşıyor ve huzuru maddede bulmaya çalışıyoruz. Oysa “ölmeden evvel ölme sırrına” erebilsek, Yunus Emre’nin diliyle ” kahrın da hoş, lütfun da hoş” haline geleceğiz.

huzur

Mutluluk endeksi isimli eski bir yazımda bu konuya değinmiştim. Dünyanın en mutlu insanları nerede yaşıyor araştırmasında ilk sırayı İskandinav ülkeleri almış, fakat bir o kadar da ilginçtir ki, bu ülkelerde intihar oranları çok yüksek. Bunda güneşten az faydalanmak da etkili ama kanımca sadece maddenin mutluluk getirmediğine iyi bir örnek bu durum.

Kitabın içindekiler kısmına kısaca gözatmakta fayda var:

  • Nefsin makamları
  • Tasavvufta Ahlak
  • Edep
  • Aşk
  • Tevhid

Özellikle Aşk bölümünde

  • Aşkın Tarifi
  • İlahi Aşk/Beşeri Aşk   alt başlıkları bir kaç kez okunmaya değer.

Son olarak kitap tanıtım yazılarımda yaptığım gibi kitaptan sevdiğim kısa bir bölümü buraya yazmak istiyorum (sayfa 181):

“…İşte Allah beni koruyor..Şimdi sen bir bitkiyi sevdiğin zaman, deli gibi sevdiğin zaman mevsimden mevsime geçerken budamıyor musun? Budamazsan ölür, o yüzden buduyorsun. Sevdiğin için öpe seve buduyorsun. Allah da bizi nefsimizin esiri olup ölmeyelim, aşkla dirilelim, aşk ehli olalım, idrak seviyesine ulaşalım diye buduyor. Aşk, idrak için yegane enerjidir. Aşktan başka silahımız yok. Hz.Mevlana: “Aşk, bakırları altın kılar” diyor…”

Cemalnur Sargut’un diğer bir kitabını anlattığım yazı da ilginizi çekebilir:

Cemalnur Sargut-Kur’an ile Var Olmak

3 Ekim 2014 Cuma

Neden Kurban Kesiyoruz? Kurbana Dair Bilmemiz Gereken 7 Şey

Neden kurban kesiyoruz? Kurban nedir, iç manasına nasıl ulaşılır? Bu yazıda kurbanla ilgili bazı bilgiler paylaşmak istiyorum.

Öncelikle kurbanın bir ibadet olduğunu söylememiz gerekir. Hz. İbrahim’den bize kalan bu ibadetin çok derin anlamları vardır. Hz. İbrahim’den önce de her kavim için kurban ibadeti sözkonusu, Hz Adem’den beri. Hatta Kur’an’da Maide-27‘de;

Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, “And olsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Öteki, “Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti.

Peki kurban nedir, niçin kurban kesiyoruz? Sadece yılda bir kere kurban kesip fakirlere et dağıtmak anlamında sosyal bir fayda sağlamak için mi? Bu ibadetin tek yararlı yönü bu mu? Tabii ki, hayır.

Öyleyse önce Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etmesiyle ilgili ayetlere bakalım:

Saffat 37/100-111

100- “Ey Rabbim! Bana salihlerden (bir oğul) ihsan et!”

101 – Biz de kendisine yumuşak huylu bir oğul müjdeledik.

102 – Oğlu, yanında koşacak çağa gelince: “Ey oğlum! Ben seni rüyamda boğazladığımı görüyorum. Artık bak, ne düşünürsün?” dedi. Çocuk da: “Babacığım sana ne emrediliyorsa yap, inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın” dedi.

103 – Ne zaman ki ikisi de bu şekilde Allah’a teslim oldular, İbrahim oğlunu şakağı üzerine yatırdı.

104 – Biz de ona şöyle seslendik: “Ey İbrahim! “

105 – “Rüyana gerçekten sadakat gösterdin, şüphesiz ki, biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız.”

106 – “Şüphesiz ki bu apaçık bir imtihandı.” (dedik)

107 – Ve ona büyük bir kurbanlık fidye verdik.

108 – Kendisine sonradan gelenler içinde iyi bir nâm bıraktık.

109 – Selam olsun İbrahim’e…

110 – İşte biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız.

111 – Çünkü o bizim mümin kullarımızdandı.

Bu ayetlerde görüldüğü üzere Allah, Hz. İbrahim’in teslimiyetini sınamıştır. Hz. İbrahim de bu imtihandan başarıyla çıkmıştır. Yoksa Allah, Hz.İbrahim’den gerçekten oğlunu kesmesini istememiştir.(Hz. İbrahim yıllarca çocuk hasreti çekmiş ve “Allah’ım, eğer bana bir çocuk bahşedersen onu sana kurban edeceğim demiş ve sonra bu sözünü unutmuştur. Rüyada kendisine bu sözü hatırlatılmıştır).

Yeri gelmişken burada söyleyelim: Hz. İbrahim ruhu, Hz. İsmail de nefsi temsil eder. Ruh, nefsi kurban etmelidir ki, Allah’a ulaşabilsin. Kurbanın asıl manası da budur!!! Kurbanla ilgili diğer ayetler için buraya bakabilirsiniz.

Diğer bir surede, Kevser suresinde, “Rabbin için namaz kıl, kurban kes” emri de vardır.

kurban-2
Neden Kurban Kesiyoruz?

Kurbanla ilgili bilmemiz gereken 7 şeyi özetlemeye çalıştım:

1-Kurban kelimesi “kurb” kökünden gelmektedir.

Türkçede ibadet kavramlarının çoğu Arapçadan gelmiştir, bazılarında ise Farsça kelimeler vardır (namaz,oruç gibi). Arapça’da kurban ile ilgili sözler Da-Ha-Ye kökünden kelimelerle ifade edilir. Bu kelime kısaca “feda etme” anlamına gelmektedir. Oysa biz kurbiyet (yakınlık) anlamına da gelen kurban kelimesini seçmişiz (kurb, kurbiyet,akraba hep aynı kökten). Dolayısıyla kurbandan maksat Allah’a yakınlıktır. Kesilen kurbanın etleri Allah’a ulaşmaz, O’na sadece takvamız/samimiyetimiz/yakınlığımız ulaşır(Hacc-37). O yüzden kurban ibadetini et bayramı gibi görmek ve göstermek isteyenler, asıl meselenin Allah’a yaklaşmak olduğunu bilmelidir.

2-Kurban ibadeti ile sadakayı karıştırmayın.

Kurban, mali durumu yerinde olan kişiye vaciptir, kesmesi gerekir. Şimdilerde bazıları, kurban parasını sadaka olarak ihtiyaç sahibine veririm, aynı şey nasıl olsa demektedir. Bu aynı şey değildir. Sadakayı her zaman vermeliyiz, o ayrı bir konu. Kurban ise farklıdır. Birbirine karıştırmayalım.

3-Kurban keserken görüntü kirliliğine sebep olmayın.

Maalesef, özellikle büyük şehirlerde, yol kenarlarında- insanların görüp rahatsız olabileceği yerlerde kurban kesilmekte ve kötü bir görüntüye sebep olmaktadır. Bu konuya dikkat edilmelidir. Bir ibadeti yaparken başkalarına rahatsızlık vermenin ne demek olduğu konusunda daha derin düşünmeliyiz.

4-Kurbanlıklar Sırat Köprüsünde size eşlik edecektir.

Hz.Peygamberimiz(s): “Kur­ban­la­rı­nı­zı ne­şe­li ve kuv­vet­li hay­van­lar­dan ke­sin. Çün­kü on­lar sı­rat köp­rü­sün­de si­zin bi­nit­le­ri­niz ola­cak­tır.” demiştir. Hayvana eziyet etmemek, işi bir ibadet havasında yapmak oldukça önemlidir.

5-Kurban, nefsimizi temsil eder.

Kurban kesmenin fiziki faydalarından ziyade iç manasına da odaklanılmalıdır. Örneğin tasavvufta kurban nefsimizi temsil eder. Nefsimizin aşırılıklarını, hırslarımızı, kibirlerimizi vs. Biz kurban kesmekle aslında nefsimizin bu şımarıklıklarını kesmeye/önlemeye çalışıyoruz. Evladını yere yatırmakla Hz. İbrahim, evladına olan sevgisi ve dünya malına aşırı düşkün nefsimizi bize anlatmaya çalışmıştır.

6-Kurban ibadetinin sosyal faydaları vardır.

Kesilen kurbanın üçte biri kendimize, üçte biri komşu ve akrabalarımıza ve diğeri de fakirlere dağıtılmalıdır. Yıl içinde farkında olmasak da evine et götüremeyen nice insan var. Belki Ramazan ayında biraz daha bunun farkına varabiliyoruz, aç kaldığımız için. Aynı şekilde de Kurban Bayramı’nda fakirleri sevindirmenin faydası ölçülebilir değildir.

7-Kurban, Allah’a yakınlıktır, yaklaşmaktır.

Kurban kelimesinin kurbiyetten geldiğini söylemiştik. Rabb’ine yakınlaşmak isteyen, bu yolda önüne engel olarak çıkan nefsinin aşırı isteklerini ve dünya malına olan sevgisini Allah yolunda kurban etmelidir. Bunun başka yolu yoktur. Günümüzde bu konu arka plana atıldığı için depresyonlar, sıkıntılar,bunalımlar birbiri ardına yakamızı bırakmamaktadır. İnsanın huzura erebilmesi için fani şeylerden el çekmesi elzemdir.

Tasavvuf dünyasında kurban kelimesi çokça yer alır. Allah’a ulaşmak için nefsin aradan çıkması/kurban edilmesi esas olduğu için Sufiler kurban kelimesini kullanırlar. Sevdiğim iki dizeyi buraya eklemek isterim:

Önce Fuzuli:

Yılda bir kurban keserler halk-ı âlem îd için

Dem bedem sâat be-sâat ben senin kurbanınım 

(Halk, bayram için yılda bir kurban keser, bense her dem senin kurbanınım)

Ve Yunus Emremiz:

Ten nedir dostun yoluna ben onu terk etmeyem

Dost cemâlin görmeğe gel canı kurban edelim

Canım kurban olsun senin yoluna

Adı güzel kendi güzel Muhammed(s)

(Kendini aşık sanan,aşktan dem vuran biz günümüz insanına bu ifadeler çok ağır gelir.)

Herkesin Kurban Bayramı’nı kutluyor ve -hiç olmazsa bu yıl- kurbanın iç manasına ermeyi Allah’dan niyaz ediyorum.



23 Eylül 2014 Salı

Cemalnur Sargut-Kur'an ile Var Olmak

Bu yazıda Cemalnur Sargut‘un, son çıkan kitaplarından biri olan Kur’an ile Var Olmak isimli kitabından bahsedeceğim.

kuranilevarolmakNefes Yayınevi‘nin Tasavvuf Sohbetleri dizisinden çıkan kitap, bir televizyon programında yapılan sohbetlerin yazıya dökülmüş hali. Sorular, program yapımcısı Ferda Yıldırım tarafından soruluyor ve Cemalnur Sargut cevaplıyor.

Bu kitapla beraber Allahım’a Sefere Çıktım kitabını da almıştım. Fakat önceliği buna verdim ve iki gün içinde  bitirdim. Cemalnur Hanım’ı daha önce okumadıysanız şiddetle tavsiye ederim. Hemen hemen çıkan tüm kitaplarını okudum diyebilirim. Bazı kitapları, sohbetlerin yazıya dökülmüş hali olduğu için bazı konularda tekrarlar olabiliyor fakat önemli değil. Eğer daha önce yazarı okumadıysanız bu kitabıyla başlayabilirsiniz.

Kur’an ile Var Olmak, ana başlıklarıyla Kur’anı Kerim, Ramazan ve Kutsal Topraklar şeklinde üçe bölünmüş. Bu ana başlıkların altında ise belli başlı büyük sure ve ayetlerin iç manalarından Hz.Peygamberimize, “B” harfinin sırrından Kabe’nin Hakikati’ne kadar konuya ilgi duyanları memnun edecek birçok farklı bilgi mevcut.

Kitabın arka kapağında ve ön sözünde yer alan Cemalnur Sargut’a ait ifadeleri buraya ekleme isterim:

“Kur’an, Hz.Peygamber’in manası ve Allah’ın ahlakını yansıtması hasebiyle ebedi ve ezeli dirilerdendir. 

Ölü olan nefs sahibi kişi, Kur’an’ın sesinden bile etkilenirken hele manasını idrak etmeye başlarsa nasıl dirilmez?

İşte Kur’an ile yaşamaya başlamak, Kur’an’la var olup yaşayan Kur’an olabilmek insanı nasıl etkiler ya da yaşayan Kur’an’larla irtibat nasıl bizi var eder, bu kitapta bunun ipuçlarına ilmen ve zevken yaklaşıyoruz.

Bu hal insana nasıl bir ibadet zevki aşılar, bunu hissediyor ve ibadetlerimizi aşka yolculuk haline getirmeye gayret ediyoruz. Amin”.


Kur’an yer alan ayetlerin dış ve iç manalarının olduğu söylenir. Biz meallerde dış manalarını görebiliyoruz, peki iç manasına nasıl ulaşacağız? Bu konuda Hz. Mevlana şöyle der: ” Geline yüz görümlüğü vermeden yüzündeki örtüyü açmaz, sen de Kur’anın iç manasına ermek istiyorsan nefsini arındırmaya başla ki, Kur’an da sana iç yüzünü açsın.”

Günümüz insanının yaşadığı iç sıkıntılarının, buhranların ve dahi toplumda gördüğümüz ve şikayet ettiğimiz olumsuzlukların temelinde Kur’an’dan uzak oluşumuz aşikardır. Kabul edelim etmeyelim, Kur’an, Yaratıcının insana verdiği -tabiri caizse-  en büyük yaşam kılavuzudur. Biz bu kılavuzdan uzak olduğumuz ve bunu yaşamımıza katmadığımız sürece yaratılış sebebimize aykırı hareket ettiğimiz için gerçek huzuru bulamayacak ve fani lezzetler peşinde koşmaya devam edeceğiz. İnsanoğlu, “niye varım, bu dünyada ne arıyorum, bu dünyada var olma sebebim nedir?” gibi soruların peşine düşüp cevabını bulmadıkça rahata ermeyecektir.

Okuduğum kitapların tanıtımında yaptığım gibi bu kitaptan da beğendiğim bir paragrafı buraya almak istiyorum. Aslında beğendiğim çok yer var fakat en güzeli kitabı alıp okumanız. Kitabın ilk sayfasında sorulan “Yaratan Rabbi’nin adıyla oku ne demektir?” sorusuna yazarın verdiği cevapla yazıyı bitirelim:

“Aslına bakarsan önce şunu söylemeliyim ki, Kur’an için konuşabilmek bir had meselesidir. Mevlana Hazretleri’nin buyurduğu gibi; hakikatini anlamaya ve anlatmaya çalışsak burada ne ben kalırım ne sen kalırsın, ne de bu stüdyo kalır. Biz kendi küçük idrakimizle “O örtüsüne bürüneni, müderrisi” açmaya çalışacağız inşallah.

Şuradan başlayalım: Allahu Azimüşşan, ezel aleminde bize bir tek soru sordu. Yani ruhlar yaratılıp onlara akıl verildiği zaman, Allahu Azimüşşan bize, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” dedi. Dikkat edersen ” Ben sizin Allah’ınız değil miyim?” demedi. “İlahınız, taptığınız değil miyim?” demedi. “Rahmanınız,aşkınız değil miyim? demedi. Ne dedi? “Öğretmeniniz değil miyim?” dedi (Rab: Terbiye eden demek). Öyleyse bu alemde her gördüğümüz, her duyduğumuz ile bir şey idrak etmemiz Allah’ın lütfuyladır. Yani Allah bu alemde her şey ile bize bir şey öğretir. Önce mürşitten öğretir, taştan, topraktan öğretir, dosttan düşmandan öğretir, her yerden öğreten yalnız Allah’dır. Ezelde biz buna “beli (evet)” dedik, buraya gelince unuttuk. Mademki her yerden öğreneceğiz, idrakimizi açacağız, hayvan olarak kalmayıp idrak sahibi olacağız, o zaman bütün yaratılmışlarda Allah’ın isimlerini ve yapanın yaptıranın Allah olduğunu idrak etme seviyesine ermemiz lazım. İşte “oku”, bu demektir. Yaratılmış olan her yerde beni oku, beni gör, beni anla ve her yerden ve her şeyden sana bir şey öğrettiğimi idrak et demektir.”

Dipnot:

Cemalnur Sargut ile ilgili bilgi edinmek için tıklayın. 

Yazarın kitapları için tıklayın. 

Yazarın çeşitli zamanlarda yaptığı sohbet video arşivi için tıklayın.

Diğer kitap yazılarıma bakmak isterseniz:

Okuduğum kitaplar

14 Ağustos 2014 Perşembe

Bir Sufinin Romanı:Gezgin

Gezgin,  Endülüslü büyük mutasavvıf Muhyiddin-i Arabi‘nin kendi ruhunda yaptığı ve bereketli bir ömre yayılan manevi gezisinin hikayesi. Sadık Yalsızuçanlar tarafından kaleme alınan kitabı birkaç kez elime alıp bitirememiştim fakat nihayet yeniden başladım ve bitirdim. Bazı kitaplar vardır, yine okumak istersiniz. Gezgin de benim için onlardan biri.

gezgin

Şeyh-i Ekber olarak anılan Ibn Arabi, 1165 yılında bugünkü İspanya’ya bağlı Endülüs’de doğmuş, hayat boyu süren yolculukları O’nu, Mısır, Mekke, Konya gibi yerlere götürmüş ve nihayetinde 1239 yılında Şam’da Kasiyyun Dağı’nda vefat etmiştir. Yavuz Sultan Selim, Şam’ı fethettiğinde kabrini ortaya çıkartmış ve oraya türbe ve cami inşa ettirmiştir.

Vahdet-i Vücud (Varlığın Birliği) öğretisiyle yüzyıllardır tartışmaların odağında olan büyük mutasavvıf ömrü boyunca yaklaşık 500 esere imza atmış. Bazı fıkıh ve kelam alimlerince çokça eleştirilmiş fakat tasavvuf yolundaki sufilerce “Şeyh-i Ekber (En büyük şeyh) olarak anılmıştır.

En bilinen eserleri Füsus-ul Hikem (Hikmetlerin Özü) ve Fütuhat-ı Mekkiye (Mekke’nin Fetihleri) dir.  Eserlerinin anlaşılması zor olduğu için konuyu bilmeyenlerce okunmaması, şerhlerinin okunması tavsiye edilmiştir.

Muhyiddin-i Arabi hakkında bilgi edinmek isteyenler için konunun uzmanlarından Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç’ın Şeyh-i Ekber: İbn Arabi Düşüncesine Giriş kitabını tavsiye edebilirim.

seyhiekber

Yazarın yıllar süren araştırmaları sonucu ortaya çıkarttığı Gezgin, seyahatleri boyunca başından geçenleri ve tabii bu arada kitaplarındaki bilgileri de içeriyor. Yazarın konuya hakimiyeti, orijinal eserlerinde anlamamızı güç kılan ifadeleri günümüz Türkçesine veciz bir şekilde aktarabiliyor. Tasavvuf, Ibn arabi ve İlahi Aşk konularına meraklı kişilerin kaçırmaması gereken bir kitap diye düşünüyorum.

Kitabın 25. bölüm 78. sayfasında Şam’daki bir sohbette anlattıklarını buraya aktarıyorum:

“Merkezde İlahi Zat vardır. O, aynı zamanda Sırların Sırrı, bilinmezlerin bilinmezidir. Sonra Ehadiyet gelir, bu birliğin ilkesidir; ardından Vahidiyyet gelir, bu da çokluk içindeki birliktir. Sonra Allah’ın adları ve nitelikleri gelir. ‘Ol’ der ve murat ettiğinin modeli yaratılır. Sonraki daire bizim gibi varlıklardır. Varlık, insanın çıkması gereken açık arınma alanıdır, yani insanın kendini aşması. Bu gizli olmamalıdır. Bilmek, gerçeğin içinde durabilmedir. Hakikat burada varlığın açılmasıdır. Varlığın içi vehim, dışı hayaldir. Varlık, kendinden olursa varlıktır. Bir başkasına muhtaç olan varlık hayalden başka ne olabilir? Yani biz sanırız ki, bu alem kendi başına buyruk, kendi kendine oluşmuş bir gerçektir, mutlak gerçekten hariç bir varlıktır. Oysa hiç de böyle değildir. Bilelim ki, biz de bir hayaliz, algıladığımız her bir şey ve ‘bu ben değilim’ dediğimiz her bir nesne de bir hayaldir. Allah, ancak karşıtlıklar bir araya getirilince bilinir. O, hem öncesizdir hem de sonrasız. Hem içtir hem de dış. O, dış olarak beliren içtir, iç olarak beliren dıştır, öncesizliğiyle sonrasızdır. O’nu O’ndan başka kimse göremez. ve O’nun kendisine perdeli olduğu kimse de yoktur. O, kendini kendine izhar eden Zahir’dir. O, kendini kendine perde kılan Batın’dır. Dış, ‘ben’ dediğinde iç bunu yalanlar. İç, ‘ben’ dediğinde dış bunu yalanlar. Ve bu her karşıt çift için aynıdır. Her durumda konuşan ‘Bir’dir ve O’nu dinleyenin de aynıdır. Bu, Elçi(s)’nin ‘ve benliklerinin onlara anlattıkları’ sözüne dayanmaktadır. Apaçık olarak burada benlik, hem konuşan ve hem de konuştuğunu işiten ve söylediğini bilendir. Bunda farklı yönlere bürünmesine rağmen Hak, birdir. Hiç kimsenin bunu bilmemesine imkan yoktur. Çünkü herkes, Hakk2ın bir sureti olması bakımından bundan haberdardır.”

10 Ağustos 2014 Pazar

Hz.Peygamberimiz(s) ve Kediler

Hz.Peygamberimiz(s)’in kedileri çok sevdiği ve kedi beslediği meşhurdur.

İslamiyet’te kediler “temizlik” ile simgelenmiş ve saygın bir yer edinmiştir. Uhud seferinde, ordunun önüne yavrularını emziren bir kedi çıkınca, kedinin ezilmemesi için başına bir nöbetçi dikip orduyu o kedinin etrafından dolaştırmıştır. Seferden döndüğünde o nöbetçiden kediyi istemiş ve sahiplenerek adını Müezza (izzet veren,şereflendiren) koymuştur. Ağzının içinde üst damağında lekeleri varmış. Bu sık rastlanmayan damağında leke olan kedilerin Müezza’nın soyundan geldiği kabul edilir. Peygamberimizin vefatından sonra kediye sahip çıkılmış, onun soyundan gelen kediler korunmuştur.

Hatta rivayet edilir ki, Yavuz Sultan Selim Mısır’ın fethi sonrası Kutsal Emanetleri İstanbul’a getirirken Müezza’nın soyundan gelen kedileri de getirmiş ve onları saraya ve belli başlı tekkelere bırakmıştır.

Hz.Peygamberimiz kedisi Müezza’yı o kadar çok severmiş ki, Müezza bir gün sedirde oturan Peygamberimizin giysisinin ucunda uyuya kalmış. Her kedi dostu gibi uyuyan bu güzelliğe kıyamayan Peygamberimiz, Müezza’yı uyandırmaktansa giysisinin ucunu usulca keserek kalkmayı tercih etmiş.

Hz. Muhammed(s), kedisi Müezza içtikten sonra kapta kalan su ile abdest alacakken Sahabe’den Ebu Nuaym “Ya Resulallah o sudan kedi içti” deyince, Peygamberimiz “Onlar en temiz ağıza sahiptirler.” buyurmuş ve abdest almıştır.

Kedi Babası

Abdurrahman bin Sahr adlı bir sahabe sokakta kalmış kedileri götürür onları yedirir severmiş. Sahabelerden biri bir gün Peygamberimize şikayet etmiş:”Pis kedileri toplayıp kulübesinde bakıyor!”  O anda bir şey söylememiş. Peygamberimiz Ebu Hureyre’yi daha sonra sokakta görmüş, bu zât bir kedi yavrusu bulmuş, sahabenin söylediğini kendisi de bildiği için Peygamberimiz bir şey söyler diye, kediyi hemen hırkasının içine saklamış. Peygamberimiz kendisine, hırkanın altında ne sakladın demiş. Hırkayı açmış küçük bir kedi yavrusu. Peygamberimiz yavruyu sevmiş, okşamış, ve o zâta: “Ebu Hureyre utanma, öğün. Sen kedi babasısın.” demiş.O günden sonra Abdurrahman bin Sahr’a artık Peygamber Efendimiz (s)’in hitap ettiği gibi “Ebu Hureyre (Kedi babası)” hitap edilir . (Buhari: 5, 811).







Bir gün bir sohbet esnasında Resûlullah Efendimiz yanındakilere:”Hubbül hırratı minel iman”  (Kediyi sevmek imandandır) buyurmuş. “Niçin?” diye sormuşlar. “Ebu Hureyre bilir” demiş başka bir şey söylememiştir.Kendisi de bir kedi dostu olan ve Peygamberimizin hadislerini aktaran Ebu Hureyre, Hz. Muhammed(s)’in kedilerin ticari alım satımını yasaklattığını söyler. Hatta Ebu Hureyre’nin aktardığı hadislerde “kedisini kapatıp aç bırakan bir kadının cehennemde çektiği cezadan.” bahsedilir.

Kediler Sırt üstü düşmez!!

Bir gün namaz kılarken bir yılan Hz. Muhammed(s)’e arkasından yaklaşmış ve Hz. Muhammed(s)’i sokmaya kalkışmış. İşte tam o sıra oralardan geçen bir adam kedisini yılanın üzerine salmış.Ve bilindiği üzere yılanın amansız düşmanı olan kedi, yılanı boğmuş. Yılanın zehirli ısırığından kedi sayesinde kurtulan Hz. Muhammed(s) kedinin sırtını okşamış. O günden beridir de kediler sırt üstü yere düşmezlermiş.

Kediler Nankör müdür?

Kuran-ı Kerim’de birçok ayette canlı cansız her şeyin Allah’ı zikrettiği anlatılmaktadır.

“Yedi gök, arz ve bunların içinde bulunanlar, O’nu tesbih ederler. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ama siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O, Halîm’dir, çok bağışlayandır.” (İsrâ, 17/44).

Bediüzzaman Said-i Nursi gibi bazı alimler kedilerin çıkardığı mırmırların “Ya (Er) Rahim, Ya (Er) Rahim” şeklinde bir dua olduğunu, kedilerin bu şekilde şükredip, zikrettiklerini söylemektedirler.

Rivayet odur ki, köpekler rızkın sahibinin elinden geldiğini düşünür ve bu yüzden çok sadıktır, kediler ise rızkın Allah’tan geldiğini bilerek sahibine -bazen nankörlük diyebileceğimiz- şekilde davranırmış.

Tarihte Kediler

Çıkış yeri Habeşistan olan kedi, bilinen kayıtlara göre ilk defa M.Ö 2200-3000 yıllarında Eski Mısırlılarca evcilleştirilmiştir. Habeşistan bölgesinin fethinin ardından Mısır’a getirilen kediler burada çok sevilmiş hatta kutsal sayılmıştır. O kadar ki bu dönemde aşk, musiki ve güzellik ilahlarını temsil ettiklerinden öldürülmeleri yasaklanmış, kaza ile dahi olsa öldürenler idamla cezalandırılmıştır. Zamanla Eski Mısır Dini’nin bir öğesi haline gelen kedilerin ölümleri için matem tutulmuş ve bunun bir göstergesi olmak üzere sahipleri kendi kaşlarını tıraş etmişlerdir. Ölü kedilerin cesetleri mumyalanmış, güzel kokular sürülmüş, cevizden yapılmış sandıklara konarak özel mezarlara gömülmüştür. Eski Mısırlıların kedilere olan bu hürmetini bilen Pers İmparatoru Kambiz, M.Ö 525 yıllında Mısır üzerine yaptığı sefer sırasında Feluse şehrini zapt etmek için ordusunun önüne büyük bir kedi sürüsü koymuş, bunun üzerine Mısırlılar da şehri savaşmadan kendisine teslim etmişlerdi.

Zamanla Suriye, Arabistan ve Avrupa’ya yayılan kediler, her gittikleri yerde Mısır’daki kadar hoş karşılanmamışlardır. Özellikle Avrupa’da en fazla zulüm gören hayvanlar kediler olmuş, Eski Germen kavimlerinde fuhuş ve özgürlüğün sembolü olarak kabul edilmişlerdir. Papa III. Innocent’in danışmanlarından Saint-Dominique, şeytanı siyah kedi şeklinde tasvir edip uğursuzluk ve musibet sembolü yapınca bu görüş birçok yere yayılmıştır. Bu tarihten sonra özellikle Ortaçağ boyunca şeytanla birlikte anılan kediler, hükümet ve kilise mensuplarının da katılımıyla düzenlenen resmi törenlerde kafes, sepet ve kazıklara geçirilerek yakılmıştır. Bu cümleden olarak 17. Yüzyılın ortalarına değin Metz ve Paris şehirlerinde Saint Jeane Bayramı’nda kedi yakma törenleri gerçekleştirilmiştir.




Halk arasında, önümüzden siyah kedi geçerse uğursuzluktur hurafesinin buradan kaynaklandığı görülüyor. Kendilerine satanist diyenlerin kedi öldürmeleri de buradan geliyordur herhalde. Kadınları cadı diye yakan medeniyetin beşiği Avrupa’nın!! kedi yakması çok görülmez sanırım.!!

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Kadir Gecesi Yapılması Gereken 7 Şey

Kadir Gecesi Yapılması Gereken 7 Şey

Bu yıl Kadir Gecesi, 19 Mayıs 2020 Salı gecesini çarşamba gününe bağlayan geceye denk geliyor.

kadirgecesi1
Kadir Gecesi Ne Yapılır?

Bu akşam kutlanılacak olan Kadir Gecesi, Ramazan ayının 27. gecesi. Yıllardır bu şekilde kabul görse de aslında Kadir Gecesi’nin Ramazan ayı içinde hangi gün olduğu bilinmiyor. Peygamberimizin(s) “Siz Kadir gecesini Ramazan’ın son on günü içerisindeki tek rakamlı gecelerde arayınız”  sözü üzerine ittifakla 27. gece olduğu söylenir.  Kur’an’da bu gece ile ilgili Kadir Suresi yer almaktadır:

” Hakikat, biz onu (Kur’anı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin (o büyük fazl u şerefini) sana bildiren nedir? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. Onda melekler ve Ruh, Rablerinin izniyle, herbir iş için iner de iner. O (gece) tan yeri ağarıncaya kadar bir selâmdır.”

Bu mübarek Kadir Gecesi’nde yapılabilecek 7 şey:

1- Kur’an-ı Kerim Kadir Gecesi indirilmeye başlandığı için Kur’an okumak. Okuyabiliyorsak orijinalinden okuyabiliriz. Sonrasında mutlaka meal ve tefsirle bunu desteklememiz gerekiyor.

kuran

2- Ayete göre “bin aydan hayırlı” olduğu için ibadetle geçirmek.    “Kim Kadir Gecesi’nde inanarak, ihlas ile o geceyi ibadetle geçirirse, geçmiş günahları bağışlanır.”  (Hadis-i Şerif)

namaz

3-  Bol bol dua etmek. Müminlerin annesi Hz.Aişe (r.a.) şöyle diyor :

-Dedim ki: Ya Resullullah, Kadir Gecesi’ni bilirsem onda ne şekilde dua edeyim? Şöyle buyurdu:

– Allahümme inneke afüvvün kerîmün tuhibbül afve fa’fü anni. (Allah’ım sen affedicisin, affı seversin, beni affeyle.)

dua

(Dört gecenin gündüzü de gecesi gibi faziletlidir. Allahü teâlâ, o günlerde dua edenin isteğini geri çevirmez, onları mağfiret eder ve onlar bu günlerde bol ihsana nail olurlar. Bunlar, Kadir gecesi, Arefe gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi ve günleri.) [Deylemi]

4- Her geceyi Kadir bil, her gördüğünü Hızır.

Kadir gecesinin gizlenmesi, her gecenin değerlendirilmesi gerektiğinden ileri gelmektedir. Her gördüğünü Hızır bil ise kimseye ön yargıyla yaklaşmayıp edeb üzere hareket etmemiz içindir. Bu iki olguyu Kadir gecesinden başlayarak hayatımıza geçirirsek irfan yolunda gelişmeler kaydedebiliriz.

hızır

5- Tesbih Namazı Kılmak

Her müslümanın en az ömründe bir kere kılması gerektiği söylenen nafile bir namaz. Hz. Ömer, “Ne zaman Peygamberimizi rüyada görmek istesem tesbih namazı kılarım ve görürüm” demiştir. Bu namazın nasıl kılınacağı bu adreste.

1385310117_tebih-namazi-nasil

6- İnfak Etmek

 Kur’an’da yer alan “infak” ifadesi, sadece sadaka vermek olarak algılanabiliyor. Oysa yardıma ihtiyacı olan kişilere maddi yardımda bulunmakla beraber derdi olanın derdini dinlemek, yolda insanları rahatsız eden şeyleri kaldırmak, bildiğini başkalarına öğretmek gibi çok geniş kapsamlı bir paylaşma düsturudur. Bu gece, insanlara faydalı olabilmek adına daha fazla neler yapabilirim sorusunu kendimize sormalı ve bu yönde hareket etmeye karar vermeliyiz.

infak

7-  Kitap Okumak

  Kur’an’daki ilk emrin “oku” olmasından hareketle maddi ve manevi bilimlerle ilgili kitaplar okunmalıdır. Okumaktan maksat “Kuran oku, kainat kitabını oku ve insanı oku”  olmalıdır. “Bir saatlik ilim öğrenmenin 70 yıllık nafile ibadetten hayırlı olduğu” hadis-i şerifi düşünüldüğünde kitap okumanın ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır.

kitapoku

“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer-9.Ayet)

Kadir geceniz mübarek olsun…




30 Haziran 2014 Pazartesi

Ramazan Üzerine Düşünceler

Yine bir Ramazan ayındayız, ruhlarımıza şifa olur inşallah. Dünyanın ve insanlığın gidişatının pek iç açıcı olmadığı bu zaman diliminde kendimizi hesaba çekmemize ne kadar ihtiyacımız var. İnsanlar orucun sadece yemekten içmekten uzak kalmak olduğu zannına kapılıyor maalesef. Oysa dilimiz de oruç tutmalı, kulağımız, gözümüz de. En güzeli de kalbin orucudur. O’ndan başka herşeyden uzaklaşmak…, bütün mesele budur. Normal zamanlarda dünya ve içindekilerin debdebesi bizi bu düşüncelerden uzak tutmaktadır. Hiç olmazsa Ramazan ayında kalbimize yönelip herşeyden ve herkesten uzaklaşarak iç dünyamıza doğru sırlı bir yolculuğa çıksak güzel olmaz mı?

ramazan
Ramazan Üzerine Düşünceler

Günlük yaşamımızda-çok farketmesek de- sivri yanlarımız, egolarımız, hırslarımız kendisini göstermekte. Ramazan ayı bu sivri yanlarımızı yontmamız için biçilmiş kaftan adeta. Zira ego‘yu besleyen en büyük etken beslenmedir. Küçük dağları ben yarattım edasıyla dolaşan nefsimiz, aç kaldığı zaman süt dökmüş kediye benzer. Yolun büyükleri bu anlamda çok güzel şeyler söylemiştir, aklıma ilk gelen Mevlana’nın şu sözüdür: Nefs bir köpeğe benzer, çok doyurursan hantallaşır, çok aç bırakırsan hırçınlaşır, en iyisi orta karardır.  (Kilo verelim diye bizi 6 öğüne mahkum edenlerin kulakları çınlasın :))

Ramazan biraz da, mal mülk makam sevgisi hırsıyla yarış atı gibi koşan/koşturulan bizlerin kendine dönüp ben ne yapıyorum diye soracağı bir aydır.  Dünya hayatı oyun ve eğlenceden ibarettir ve bizler, var olduğunu sandığımız yoklukların ömrünü sürüyoruz. Hele maddiyatın daha da öne çıktığı bu modern zamanlarda metafizik yanını ihmal etmiş bizlere adeta bir ilaçtır Ramazan.

Goethe’nin -o çok sevdiğim sözüyle- yazıyı bitirelim: ” Ey sükun, gel artık yerleş içime”…

Hayırlı Ramazanlar…

19 Haziran 2014 Perşembe

Hz.Mevlana'nın Oruçla İlgili Sözleri

Ramazan ayında yaşanan manevi huzurun yeri bambaşka. Evlerde hazırlıklar, çarşı pazarda bir hareketlilik göze çarpıyor. En güzeli de insanın içinde yaşadığı sevinç.
Bu yazıda Hz. Mevlana’nın oruç ve Ramazanla ilgili sözlerine yer vereceğim. Bugüne kadar oruçla ilgili okuduklarınızdan çok farklı şeyler göreceksiniz…..
Herkese iyi Ramazanlar….

  • Sen, orucu, şaşılacak acayip meziyetleri bulunan bir şey olarak bil! Oruç, insana can bağışlar. Gönül lütfeder. Sen, şaşılacak bir şey görmek istersen, oruca şaş! Sen, göklere çıkmak, Mi’rac etmek sevdasındaysan, şunu bil ki, oruç, senin önüne getirilmiş bir Arap atıdır.
  • Oruç, can gözünün açılması için bedenleri kör eder. Senin gönül gözün kör de, o yüzden kıldığın namazlar, yaptığın ibadetler sana o aydınlığı vermiyor, hakikati göstermiyor.
  • Oruç, insan şeklindeki hayvanın hayvanlığını giderir. Bu yüzdendir ki oruç, insanın insanlığını olgunlaştırmaya mahsustur. Aşıkların hayatı, beden matbahı yüzünden kararmıştı. İşte oruç, o matbahları aydınlatmak için çıktı geldi.Dünyada şeytanın karnını deşen bir bıçağa benzeyen oruçtan daha fazla şeytan öldürücü, nefsin kanını dökücü bir şey var mı? Padişahlar padişahının kapısında kendisine gizli, özel bir vazîfe verilmiş, çabucak faydalı olan, kar bağışlayan kim var? Kim olacak? Oruç! Oruç, özlem çekenlerin gönüllerini, canlarını öyle tazeleştirir ki, zavallı balığı bile su o kadar tazeleştiremez. Nefis ile savaşa girişen mücahidin, gönül maksadına ulaşma yolunda oruç, yüz binlerce yardımcı canın yaşayışından daha da iyidir.
  • İslam’ın binası şu beş direk üstüne kurulmuştur: “Kelime-i Şahadet, Zekat, Hac, Oruç, Namaz.” Allah’ a yemin ederim ki, bu direklerin en kuvvetlisi, en büyüğü oruçtur! Cenab-ı Hakk, bu beş direğin her birinde orucu, orucun kaderini gizlemiştir. Zaten oruç kadir gecesi gibi gizlidir. Midesine düşkün olan, çok mide ağrısı çeker, sızlanır durur. Zaten midesine düşkün olanların talihlerinde oruç yoktur.
  • Oruç, Allah’ın has kullarına Hz. Süleyman’ın saltanatını bağışlayan bir yüzüktür, yahut da taçtır. Onu ancak seçkin kullarının başlarına giydirir. Oruçlunun gülüşü, oruçsuzun secdedeki halinden iyidir. Çünkü oruç, o Rahman’ın sofrasına oturtacaktır. Sen farkında değilsin ama, yemek yediğin vakit, için pislikle dolar. Oruç hamama benzer. Seni maddî ve manevi kirliliklerden, bütün kötülüklerden temizler. Sen, hiç bilgi nuruyla nurlanmış bir hayvan gördün mü? Beden de bir hayvandır. Hayvanın ardına düşüp de orucu bırakma!
  • Sen vahdet denizinden ayrı düşmüş bir damla gibisin. Sen aslına nasıl ulaşacaksın? İşte oruç, sel gibi, yağmur gibi seni alır, denize ulaştırır. Nefsinle savaşa girişince; “Ben orucu öyle ucuza satmam!” diye kendini yere at, ellerini çırp, ayaklarını vur, diret! Nefsin gönlüne musallat olmuş bir Rüstem’dir ama, oruç, onu gül yaprağı gibi tir tir titretir. İçinde ab-ı hayatın gizlendiği bir karanlıktan bahsederler. Aklı başında olanlara o karanlık, oruçtur. Sen, canının içinde Kur’an nurunu istiyorsan, şunu bil ki, oruç bütün Kur’an’ın tertemiz nurunun sırrıdır. Gök sofralarının, ruha mahsus sofraların başına tertemiz kişiler oturturlar. İşte oruç, sana, onlarla bir kaptan yedirir.Oruç seni gün gibi gönlü aydın, canı saf bir hale kor. Sonra da padişahla buluşma bayram gününde varlığını kurban eder, seni varlıktan ve benlikten kurtarır.
  • Oruç ayına girdiğin zaman, o aya kavuştuğun için Hakk’a şükrederek, sevinerek, neşeli olarak gir! Çünkü Ramazanın gelişinden üzülenlere, gamlılara oruç haramdır. Onlar, oruca layık değillerdir.




20 Nisan 2014 Pazar

Modern Zamanların Dervişi Martin Lings

Bugün 20 Nisan 571. Sevgili Peygamberimizin(sav) miladi doğumgünü. En güzel sözler, en güzel dualar ve selamlar O’na(s) olsun. Bu hafta kutlu doğum törenleri yapıldı. Hicri olarak 12 Rebiülevvel her yıl geriye gidiyor. Bizde nisan ayı set edilmiş ama aslında 20 nisan günü ayarlanabilirdi.

Modern zamanların içinde olduğumuz şu devirde aslında O’na(s) çok ihtiyacımız var. Materyalizmin baskısı altındayız ve ruhumuzdan uzağa düştük. Son iki gündür dilimde şu hadis-i şerif var: “ Ey Ömer(ra), istemez misin dünya onların olsun, ahiret bizim”. Etrafıma ve kendime bakınca dünyayı ne kadar istediğimizi görüyor ve hayıflanıyorum.Peygamberimizi daha iyi anlayabilsek, bu dengeyi tutturabileceğimize inanıyorum. Kalbimize O’nun(s) imzasını atmalıyız.

Peygamberimizin hayatı demişken bir Modern Zamanlar Dervişi‘nden bahsetmek istiyorum: Martin Lings, diğer adıyla Ebubekir Siraceddin.

Bir İngiliz Protestan olarak doğan, sonra ateist olan ve en sonunda 29 yaşında İslam’ı seçen bir bilge.

O’nu,  “Hz.Muhammed(s)’in Hayatı” isimli eseriyle tanımıştım.

Siyer kitapları tarihsel bir gidişatla Peygamberimizi anlatırken yazarın bu kitabı ayrı bir tat bırakıyordu insanda. Zaten bu yüzden siyer ödülüne layık görülmüştü. Başka eserleri de mevcut fakat henüz okuyamadım.
Peygamberimizin doğum günü olan bugünde, kendisini anmadan edemedim. Tekrar tekrar okunası bir kitap. Bu vesileyle 1995’de vefat eden bu Batılı nur yüzlü dervişi rahmetle anmak istiyorum.

Konusunda oldukça doyurucu bilgiler sunan www.sonpeygamber.info  sitesinde
Martin Lings ile ilgili Prof.Dr.Ali Köse’nin güzel bir yazısı var, okumanızı tavsiye ederim. Aşağıdaki linke tıklayarak yazıyı okuyabilirsiniz.

Modern Zamanların Dervişi: Martin Lings

16 Nisan 2014 Çarşamba

Her Nefes Dergisi

hernefes

Her Nefes Dergisi

Nefes Yayınevi‘nin aylık yayınladığı tasavvuf kültürü dergisi, dolgun içeriğiyle öne çıkıyor. Her ay farklı konuların ele alındığı dergi, ücretsiz olup sadece internette yayınlanıyor. Hz.Üftade konulu Nisan-2014 e-dergi’ye buradan ulaşabilirsiniz.

Nefes Yayınevi Cemalnur Sargut Hanımefendi’ye ait kitapları bulup satın alabileceğiniz bir yer. Ayrıca sitede, sohbetlerle ilgili video arşivine de bakabilirsiniz. Yazarın son kitabı “Allah’ıma Sefere Çıktım” siteden alınabilir.

26 Eylül 2012 Çarşamba

Derman Arardım Derdime Hz. Niyazi-i Mısri

Bu aralar Hz. Niyazi-i Mısri‘yi okuyorum. Nasıl bugüne kadar uzak kalmışım anlamadım, demek nasip değilmiş. Önce İrfan Sofraları‘nı, sonra Divan‘ını okudum. Bir de hayatıyla ilgili birkaç eser. Bu büyük Ruh’un kıymetini bilememişiz. Son birkaç yılda O’nunla ilgili yapılan çalışmalar oldukça sevindirici. Özellikle Malatya Belediyesi’nin Limni Belediyesi ile ortak konferansları vs.  Hazret hayatında çok eziyetler çekmiş, gerçi onlar bizim gibi küçük düşünmedikleri, Celal ve Cemal tecellileri açısından baktıkları için bize kötü görünebiliyor.
Şiirlerinden çok beğendiğim birini aşağıda paylaşıyorum:

Derman arardım derdime derdim bana derman imiş.
Burhan arardım aslıma aslım bana bürhan imiş.

Sağu solu gözler idim dost yüzünü görsem deyü.
Ben taşrada arar idim ol can içinde can imiş.

Öyle sanurdum ayrıyım dost gayridir ben gayriyim
Benden görüp işiteni bildim ki ol canan imiş.

Savmu-u salat u hacc ile sanma biter zahid işin
İnsan-ı kamil olmağa lazım olan irfan imiş.

Kanden gelir yolun senin ya kande varır menzilin
Nerden gelip gittiğini anlamayan hayvan imiş.

Mürşid gerektir bildire Hakk’a sana hakk-al-yakın
Mürşidi olmayanların bildikleri güman imiş

Anla hemen bir sözdürür yokuş değildir düzdürür.
Alem kamu bir yüzdürür görem anı hayran imiş.

İşit Niyazi’nin sözün bir nesne örtmez Hak yüzün.
Hak’dan ayan bir nesne yok gözsüzlere pünhan imiş.

5 Aralık 2011 Pazartesi

Ben, Ego, Aşk

Ego & Aşk

“Cehennemin baş meleği ” Mâlik”, cennetinkiyse ” Rıdvân “dır. Rıdvân ismi, ” Rıza ” kelimesinden gelir.”

Ben ben diyen insan bu dünyada cehennemini yaşıyor zaten,  Rabbinden gelene razı olan ise cennet halinde. Büyükler de şöyle demiş; “bu dünyada cenneti bulamayan öbür tarafta hiç aramasın.”

Yukarıdaki resim, çok hoşuma gitti, işi özetliyor aslında. Ego ve aşk arasında ters orantı var. Ego artınca aşk, güzellikler azalıyor, egomuzdan kurtulabildiğimiz ölçüde de aşka yaklaşıyoruz.

Etrafıma ve kendime bakıyorum, egomuzun esiriyiz; benim arabam-malım-mülküm vs. Böyle dedikçe zaten en ufak bir sıkıntıda hemen yıkılıyor ve cehennem halini yaşıyoruz. Oysa, benliğimizi azaltsak, iyi-kötü herşeyin O’ndan geldiğinin künhüne varsak cennet halini yaşayacağız.

Rabbim sonumuzu hayreylesin, vesselam.

21 Ağustos 2009 Cuma

Ramazan ve Mevlana

Çok şükür yine bir Ramazan’dayız. Nefsimizin aşırılıkları ve şımarıklıkları biraz azalır inşallah.
İki haftadır memleketteyim, bu hafta sonu dönüyorum. Gezdik dolaştık, bir iki kitap okuduk, şimdi de oruç ayındayız. Oruç deyince Mevlana’nın sözleri çok farklı oluyor, daha önceki bir yazımızda bu sözlerden bahsetmiştik, şimdi de Divan-ı Kebir‘inden birkaç söz alalım bu satırlara:

-Ramazan geldi; aşk ve iman padişahının sancağı erişti! Artık maddî yiyeceklerden elini çek! Çünkü, göklerden manevî rızık geldi ve can sofrası kuruldu!
-Can, bedenin hantallığından kurtuldu; tabiatımızın isteklerinin eli bağlandı! Aşk ve iman ordusu geldi, sapıklık ve imansızlık ordusunu kırdı geçirdi!
-Bir bakıma oruç, bizim kurtuluşumuzun kurbanı sayılır; bizim canımız, onun yüzünden dirilik elde edecektir! Mademki gönül evine misafir olarak can geldi, onun uğruna bedenimizi tamamıyla kurban edelim
-Sabır, hoş bir buluttur; ondan, hikmet, manevî lütuflar yağar! Bu sebeptendir ki, Kur’an-ı Kerim de bu sabır ayında nazil olmuştur!
-Bizi kötü işler, günahlar işlemeye teşvik eden kirli nefsimiz, arınmaya, temizlenmeye muhtaçtı! Ramazan gelince, günah zindanının kapısı kırıldı; can, nefsin esaretinden kurtuldu, miraca çıktı, sevgiliye kavuştu!
-Bu mübarek ayda gönül de boş durmadı; ümitsizlik perdesini yırttı, göklere uçtu! Can, zaten bu kirli dünyaya mensup değildi, meleklerdendi; onlara ulaştı!
-Ramazan günlerinde sarkıtılan merhamet ipine sarıl da, şu beden kuyusundaki hapisten kendini kurtar! Yusuf aleyhisselam kuyunun ağzına geldi, seni çağırıyor; çabuk ol, vakit geçirme!
-İsa aleyhisselam isteklerden, beden eşeğinin arzularından kurtulunca, duası kabul edildi! Sen de nefsanî isteklerden temizlen, elini yıka! Çünkü, gökyüzünden manevî yemeklerle dolu sofra geldi!
-Haydi, elini ağzını yıka; ne yemek ye, ne iç, ne de söyle! Hakikate erdikleri, Hakk’ı buldukları için susup duran ermişlere gelen mana sözlerini, mana lokmalarını ancak Şems-i Tebrîzî’nin himmeti ile bulabilirsin!

16 Eylül 2008 Salı

Oruç Üzerine Düşünceler

Oruç Üzerine Düşünceler

Ramazan’ı yarıladık, geldi geçiyor bu sefer de, her zamanki gibi…Ömrümüzün tükendiği gibi. İlk günler susuzluğun verdiği hararetle geçti, dilim damağıma yapışmış vaziyette dolaştık durduk, zalim nefs “nasıl tutacaksın bu sıcaklarda orucu” derken ona kulak asmadık çok şükür, zaten hiç boş durmuyor ki. Normal günlerde 3-4 saat aç kalsam kan şekerim düşer ve yerlerde sürünürdüm, oysa oruçlu iken hiç de bir şey olmadı-olmuyor, demek ki iş maddi düzlemde değilmiş sadece. Allah insana manevi bir kuvvet de veriyor, “sen benim için yeme-içmeden kesilirsen ben de sana yardım ederim diyor” herhalde.

oruç üzerine
Oruç Üzerine Düşünceler

Oruçlu insanların iftara yakın saatlerde yüzlerindeki dinginliği-saflığı-hoşluğu görmek çok hoşuma gidiyor. Ramazan’da uyku düzenleri- yemek düzenleri bozuluyor fakat bunun güzelliği ayrı. Hele sahur için kurulan saatler, baygın gözlerle kalkış ve sonrasında silkiniş, birkaç şey atıştırıp sabah ezanını bekleyiş, ezandaki “namaz uykudan hayırlıdır” sözünü duyunca diğer günlerdeki tembelliğime hayıflanış, namazın kılınışı, uyuyan çocuklarıma bakış ve sonrasında uykunun kollarına kendimi bırakışım…. Başka hiçbir ayda-zamanda bunları yaşayamıyorum, sabahlara kadar oturduğum oluyor fakat hiç de böyle hissetmiyorum. Gün içinde atmosferdeki manevi havayı çok hissedemesem de iftara yakın saatlerde insanların koşturması, bir telaş eve yetişmeye dair, bir neşe ki sormayın.
Ramazan aslında Kuran ayıdır, bu ayda inmiştir Kuran. Bu ayda daha da çok okunmalı, aslı-meali-tefsiri. Peygamberimiz(s) ve hayata bakışı tekrar gözden geçirilmelidir. Bazen dilim sürçüp de kötü sözler söyleyince O’nun(s) ” oruçlu iken kötü konuşmayı bırakmayan boşuna aç durmasın” mealindeki sözleri aklıma geliyor, utanıyorum.
Ramazan aslında kendimizle hesaplaşma ayıdır. Napıyoruz, nasıl gidiyor hayatımız, ne oluyor, nedir bu hır-gür, nereye kadar bu telaş? Biraz da düşünüp kendimize çeki düzen verme vakti gelmemiş midir? Kötü huylarımızı ne kadar yontabildik, insanlara ne ölçüde faydalı olabildik, eşimize-dostumuza neler yapabildik….bu liste uzuyor, kendi açıma baktığımda pek fazla da ilerleyemediğimi görüyor ve üzülüyorum. Oysa dünden daha ilerde olmalıydık bugün.
Oruçlu iken orucun son demlerinde Afrika’daki açlıktan ölen insanları iyiden iyice düşündüm bu sene. Önceki yıllarda aklıma gelirdi ama bu sefer farklı oldu. Ben birazdan bu halden kurtulup önümde hazır bulunanları yiyecektim ama onların bu şansı yoktu ki. Aklıma hep aç bir çocuk ve karşısında duran akbaba fotoğrafı geliyor. Kendi çocuklarımı düşünüyorum, değil açlık, onlara istediği-ihtiyacı olan şeyleri alamamak bile bir anne-baba için ne kadar hüzün verici bir durumken onlar bunlardan mahrum kalıyor.
Hırslarımız ve ihtiraslarımızın da orucunu tutabiliyor muyuz acaba? Bir an şöyle kendimize dönüp ne yapıyorum diyebiliyor muyuz? Nedir bu tantana, senin nefsin hiçbir şekilde doymaz bunu bilmiyor musun? Hep daha fazlası, hep daha fazlası. Ruhlar kadar bedenler de yoruluyor bu hengamede. Oysa burada ne kadar kalacaksak o kadar ilgilenmeyecek miydik dünyayla?
Aslında bu yazı Mevlana Hz’lerinin oruçla ilgili sözlerinden ibaret olacaktı fakat olmadı, o da bir sonraki yazıda olsun…

28 Eylül 2007 Cuma

Ramazan Geldi Gidiyor..

Ramazan Geldi Gidiyor..

Ramazan tüm güzelliğiyle hayatımıza girdi yine, geldi de geçiyor zaten. Ankara’nın sıcakları, o aklımda yer eden, kış aylarında tutulan oruçları,soğuk havada sıcak pideye sarılışımızı, günleri ve nihayet bayramları yağmurlu geçen Trabzon Ramazanlarını.. aratmıyor değil. Lakin her gelen gün, beraberinde yenilik ve güzellikleri de getiriyor. Yaz aylarında oruç tutmadığım için biraz değişik geliyor galiba…

Geçen gün İstanbulda idik. İki gün kaldık. Geçen seneki Ramazan yazısında da bahsetmişim (ve yine İstanbul’a gitmişim): orda oruçlu olduğumu anlayamıyorum nedense. Bu sene de öyle oldu, biz bir avuç oruç tutan azınlık gibiydik. Son günlerin moda deyimiyle bu sefer “mahalle baskısı” bizim üzerimizdeydi sanki 🙂 şaka tabii, kimsenin kimseye birşey dediği veya ima ettiği yok fakat şahsen Trabzon gibi küçük bir yerde doğup büyüyen ve o yerin kültürüne aşina biri olarak bu büyükşehirlerde Ramazan’ın o ruhlara rahatlık ve güzellik veren esintisini hissedemiyor ve üzülüyorum…Her neyse..

İstanbul’da iftar için Anadolu Kavağı’na gittik arkadaşlarla. Ortalıkta kimsecikler yok. Arkadaşın biri bana uzaktan ismimle hitap etti ve benim kısa süren şöhretim başladı: restoranlara müşteri çekmek isteyenler beni ismimle kendi mekanlarına çağırıyorlardı :)) Önce anlamadım, nerden adımı biliyorlar falan derken olayın iç yüzünü anladık. Şöhret güzel şey değilmiş nitekim:))

Ordaki sakin ve huzurlu yemeğimiz bize iyi geldi.
İstanbul’a her gidişimde Eyüp Sultan’a uğramak istiyorum, fakat bu sefer de bu isteğimi gerçekleştiremedim. Nasip değil herhalde. Bu Ankara’da İstanbul’daki o birçok türbeden maalesef yok ama bizim de Hacı Bayramımız var, başka da bilmiyorum açıkçası. Arkadaşlarla türbe ziyaretiyle ilgili tartışmalarımız oluyor, bazıları karşı çıkıyor. Elbette ordaki şahıstan yardım dileyecek-çaput bağlayacak halimiz yok fakat kendimce o tür yerlere gittiğimde oranın müthiş manevi havasından etkilenmiyor değilim. Ve bu yüzden elimden geldiğince o Allahın nazlılarını ziyaret etmek istiyorum.
Son olarak, bu aralar elime M.Nuri Gençosman’ın çevirisiyle Muhyiddin-i Arabi’nin “Füsus-ul Hikem(Hikmetlerin Özü)” isimli kitabını aldım. Belki daha önce bahsetmişimdir, yaklaşık 5-10 yıl önce de elime almıştım fakat konunun ve çevirinin ağır olması nedeniyle bırakmıştım. Bu sefer bırakmaya niyetim yok. Zaten geçen yıl Ahmet Y. Özemre’nin müthiş çevirisiyle Toshihiko İzutsu’nun “İbni Arabi’nin Füsus’undaki Anahtar Kavramlar” isimli kitabını okumuştum. Bu arada İbni Arabi’nin 76 yıllık ömründe beşyüze varan eser yazdığını ve tasavvufla ilgilenenlerin mutlaka başvurması gereken bir kaynak olduğunu belirtmeliyim, vesselam..

30 Ağustos 2007 Perşembe

Aşka Yolculuk

Yarın Trabzon’a gidiyorum, kaç zamandır bekardım buralarda. Ailemi alıp geri geleceğim inşallah. Ankara’da su sorunu şu aralar yok, sular akıyor, tabii barajlar için aynı durum sözkonusu değil. Onun dışında Ankara, 864 rakımlı tepe için hareketli günler yaşadı, memleket için iyi olur inşallah.
Mevlana’nın Fihi Mafih’i elimde, onu okuyorum. Daha önce Cemalnur Sargut Hanımefendi’nin “Kenan Rifai ile Aşka Yolculuk” isimli kitabı okumuştum, tasavvufla ilgilenenlere hararetle tavsiye ederim.

Kenan Rıfai ile Aşka Yolculuk

Kitaptan aklıma ilk gelen; Kenan Rifai Hz.’lerine “tasavvuf nedir” diye sormuşlar. “İncitmemek ve incinmemektir” demiş. Tasavvufun çok farklı tanımları var. İncitmemek bir nebze kolay gibi geliyor: dilini tutarsın, insanları üzmezsin vs. Fakat incinmemek nasıl olacak? Bunu da şöyle açıklıyor: Herşey Allah’tan geliyor, sebebe değil Müsebbibe bakarsan kime niye incineceksin ki? Allah’a mı, haşa….Kitapta bu ve benzeri birçok incelik var, Allah nasip eder inşallah…

12 Mayıs 2007 Cumartesi

Efendimiz(sav)den Anlık Çizgiler

Efendimiz(sav)den Anlık Çizgiler

Peygamber Efendimiz (s)’in hayata bakışını ve yaşam tarzını öğrenmek, bizlere çok farklı kapılar açacaktır. O’nun hayatını anlatan kitaplara bakıldığında maalesef kronolojik olarak yaptıkları, ömründe 2.5 ay süren zorunlu savaşları anlatılmıştır. Sünnet anlamında da giydiği kıyafet, kullandığı eşyalar öne çıkmaktadır. Oysa bize bunlar yanında Efendimizin günlük yaşamında çocuklara gençlere nasıl yaklaştığı, sağlık ve spora verdiği önem, kadınların kendi zamanlarına göre bakımlı olmalarını vurgulaması vs gibi bir çok konuda yaptıkları da lazımdır.

Şimdi sözü rahmetli hocamız Haluk Nurbaki‘nin Peygamberimizle ilgili bir yazısına bırakıyorum. Bu buhranlı çağımızın sancılar içindeki insanları olarak O(sav)’nu daha iyi tanımaya şiddetle ihtiyacımız var:

 siyer
Fahr-i Kâinat Efendimizin hayat hikâyesi içinde, davranış biçimi, ne yazık ki mutluluk çağı tarihlerinde hep göz ardı edilmektedir. Gerçi bazı hadis ve tarih bilimcileri parça parça çizgiler vermişlerse de, bunlar Efendimizin davranış biçimini bütün olarak hemen hemen hiç yansıtmamaktadır. Hâlbuki, çağımızın insanı, Efendimizin konuşma, yürüme gibi günlük hayatından ana çizgileri çok merak etmektedir.
Bunlardan birkaç ana noktayı özetlemek istiyorum: Fahr-i Kâinat Efendimiz, daha önce de değindiğim gibi, çok şık giyinen, bütün davranışından estetik ve zerafete çok önem veren bir yapıya sahipti. Hareketlerinin tümünde estetik ve zerafet ön plânda idi. Elini kaldırırken, konuşurken, ata binerken zarif hareketlerine hayran olmamak mümkün değildi. Tane tane konuşur, çok net bir diksiyona sahipti. Sesi güçlü idi, fakat hiç bağırmazdı. Her sözünde mutlak bir etkinlik göze çarpardı. En basit bir şeyi tanımlarken bile, konunun hiç eksiğini bırakmaz, herkesi hayran bırakırdı. Bütün insanlara, dinlerken de konuşurken de, aşırı bir saygı gösterirdi. Hiç kimseye bakarken gözünün ucu ile; yani yan bakmaz, birisiyle konuşurken, mutlaka o tarafa döner, konuşurdu. Fevkalâde esprili idi. Anlatacağı basit konuları bile esprinin zarif zarfı içinde takdim ederdi. İnsanların dünya ilgilerinden ve zaaflarından doğan davranışlarına büyük bir müsamaha gösterirdi. Nitekim düğünlerdeki, spor eğlencelerindeki sınırlı taşkınlıkları izleyerek, bir bakıma onların devamına müsaade ederdi. Muhterem annelerimizin, hanımlara has eğlencelerine daima müsamaha gösterirdi. Ayrıca özellikle, hanımların titiz, temiz giyinmesini; bugünkü tabirle bakımlı olmalarını müteaddit defa belirtmişlerdir. O devrin süs unsuru olan sürme ve kına gibi uygulamaları ısrarla tavsiye etmişlerdir. Yine İslâm hanımlarının, eşleri ve diğer hanımlar yanında saçlarının daima bakımlı ve taranmış olmasını birçok defa emretmiştir.
Efendimizin hayatında sunmak istediğimiz bu anlık çizgilerden çıkaracağımız en önemli sonuç: Efendimizin davranışlarının, o çağdaki arap karakter çizgisinden tamamen farklı bir görünümde olmasıdır. Meselâ, Efendimiz gerek kendi çocuklarıyla, gerekse sevgili torunlarıyla pek sıcak bir ilgi içinde idi. Onlarla şakalaşır, küçüklerle oynaşırdı. Hatta Efendimizin sevgili torunlarının, bizzat Fahr-i Kâinat Efendimiz namazda iken bile bu oyunlara devam ettiklerini biliyoruz. Bu önemli davranış, Efendimizin, çocuk terbiyesinde en önemli unsuru sevgi temeline dayandırması emridir. Gençleri muhatap alıp, daima onlarla konuşması, onları özel olarak eğitmesi, onlara ciddi sorumluluklar vermesi 14 asır önce kavranması imkânsız davranışlardır. Bu hikmetler, ancak çağımızda sezilebilen akıl almaz yüceliklerdir. Efendimizin yaşantısındaki çizgilerden en önemlilerinden biri de, sağlık ve spora verdiği önemdir. Yalnız yemek yemenin sakıncalarından tutunuz da, titiz bir diş sağlığına kadar her konuda büyük ölçüde beden sağlığının temel ilkelerini bizlere öğretmiştir. Ashabına rastladığı zaman, her defasında «çocuklarına yüzme, ata binme, ok atma gibi sporları» yaptırıp yaptırmadığını sorardı. Daha önemlisi bizzat kendisi hem atla, hem yaya koşu yarışları yapardı. Bunu Hz. Âişe annemizle ve Ebû Bekir Sıddîk Efendimizle sık sık tekrar ederdi. Ufak tefek rahatsızlıklarında, özellikle perhize, ottan yapılmış ilâçlara rağbet ederek sağlığını hiç aksatmazdı. Şüphesiz ki, Fahr-i Kâinat Efendimizin hayat çizgilerinde en önemli mesele: gelecekteki insanlara en doğru ve güzeli öğretme hikmeti idi. Bu yüzden Efendimiz, hayatındaki akıl almaz çileler ve mücadelelerin yanında; ufuk insan olma hikmetini eksiksiz yaşattı, öğretti durdu. Efendimizin ekmeliyetindeki; yani mükemmelliğindeki zirvesindeki asıl büyük hikmeti: hayatı, her türlü şartlar altında en güzel biçimde yaşamayı öğretmesidir. Savaşta merhameti, en çileli günlerde ibadetin hamd sırrını; akıl almaz uçların tezat hikmetleri içinde hem uyguladı, hem bizlere öğretti.
Efendimizin hayatındaki bu sonsuz hikmetleri temelinden kavramadan sünneti sadece kıyafetle yaşamaya çalışmak pek hazindir. Elbette bir Müslüman, Efendimizi taklit etmek, onun ahlâkını kazanma çabası içinde olacaktır. Ancak bunun prensibi, Efendimizi yukarıda çok özet çizgiler hâlinde anlatmaya çalıştığımız mükemmel insan noktasından hareket ederek bulunabilir. Bir Müslümanın Efendimize benzeme tutkusu, temizlik, zerafet, sevgi dolu davranışların tümünden geçmedikçe sünneti yerine getirme gerçeğine kavuşamaz. İnanınız ki, yeryüzünde güzel olan ne varsa, zarif ve mükemmel olan hangi davranış varsa, mutlaka Efendimizden yansımış bir ışıktır. Velev ki onun sahibi farkında olsun, olmasın; mutlaka her güzel şey Efendimizin sırrından yansımıştır. Ve mutlaka güzel olan şey: Efendimizin, mutluluk çağında onu öyle yaşadığı için güzel olmuştur. Biz kendi kendimize hangi iddiada olursak olalım, bakımlı tertemiz dişler, insanların farkında olmadan bir sünneti yerine getirme tutkusudur. Batı, son yıllarda bu müthiş hikmeti sezdi. Bu yüzden Fahr-i Kâinat Efendimize hayranlığı büsbütün arttı.

Nietzsche’den Hayat Dersleri: Güçlü, Özgür ve Anlamlı Yaşamak Üzerine

  Nietzsche’den Hayat Dersleri: Güçlü, Özgür ve Anlamlı Yaşamak Üzerine