mevlana etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mevlana etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Mart 2018 Pazar

Sevgide Fedakârlık Yolunu Bulamayanlar

İnsan ilişkilerini yaralayan hatta bazen bitiren önemli bir etken var: ego. Çok basit geldi biliyorum ama gerçekten o kadar önemli ki, dönüşü olmayan sonuçlara sebep olabiliyor.



Sevgide fedakarlık yolu egodan geçer…

Bir sohbet esnasında konu buraya geldi, ayrıca Mevlana’nın şu sözünü de görünce yazayım istedim. Söz şu:

     “Sevgide fedakârlık yolunu bulamayanları asla gönül kapınızdan içeri sokmayın”

Fedakârlık karşılıklı olur, biri “feda” ederken diğeri “kâr” ediyorsa zaten ortada sevgi falan yoktur, olsa olsa ticaret vardır basit anlamda. Fedakârlık da egoların biraz törpülenmesiyle oluyor. Eğer karşınızdaki insan sizin için egolarından biraz olsun vazgeçmiyorsa, ben buyum diyorsa hiç uğraşmayın düzelmeyecektir. O’nu kendi haline bırakın ve yolunuza bakın.

Ego kötü bir şey değil aslında, benliğimiz, bizi biz yapan şey. Fakat her şeyde olduğu gibi kararınca olmalı. Aşırıya kaçınca hoş durmuyor. Karşınızda egosu yüksek bir insan olduğunu düşünün, kibirli kibirli sizle konuşunca ne kadar rahatsız olursunuz? Böyle insanlara şahsen dayanamıyorum, aynı şekilde anladıkları dilden karşılık veriyorum.

İnsanlarla kurduğumuz ikili ilişkileri düşünelim: eşimiz sevgilimiz arkadaşımız… Arada bir bağ var ki, birlikte duruyoruz, buna sevgi deriz başka bir şey deriz farketmez. Eğer sağlıklı bir ilişki kurulsun istiyorsak bazı şeylerin karşılıklı olması gerekiyor. Bir taraf hep kendinden ödün veriyorsa orada bir hata var demektir. Burada da ego devreye giriyor işte. Eğer ben egomu kırıp törpüleyip sana gelemiyorsam adım atamıyorsam bu ilişkide bir sıkıntı var demektir.

Peki neden egosunu kıramaz insan? Neden bu kadar zor gelir? Ego veya nefs, hep ben hep ben der çünkü. Başkası yok ben varım, ben üstünüm, niye -yeri geldiğinde- alttan alayım ki, kendimi küçük düşüreyim ki? Bunlar sağlıklı bir kafa yapısının ürünü değil. Kendini eğitememiş, olgunluk yolunda adım atamamış insanın hezeyanları. Şeytanı düşünelim, neden cennetten kovuldu? Ben üstünüm dediği için. Adem’i topraktan beni ateşten yarattın, ben daha üstünüm dediği için kovulmuşlardan oldu. İnsanın da en büyük düşmanı kendi nefsidir. Ona ondan daha büyük düşman yoktur.

İnsanın karakterinin ve düşünce yapısının oluşumunda ilk altı yaşın önemli olduğu söylenir. Konunun uzmanı değilim ama ilk altı yaş olsun veya çocukluk devresi diyeyim, o kadar önemli ki gerçekten. Hani denir ya, çocukluğuna inmek lazım diye, çok doğru. Yetiştirilme tarzı, anne baba veya büyüklerin davranışları, o insan üzerinde çok etki yapıyor, bilinçaltına işlenen bu gerçekler hayatımızın geri kalanında ister istemez bizi yönlendiriyor. Bu sevgide de böyle.

Oysa olay çok basit, seviyor ve seviliyorsanız egolarınızı bir kenara bırakmaya çalışın. Fedakâr olmak, diğergam olmak, kendiniz yerine onu düşünmek hiç de kötü şeyler değil. Eğer insan olduğumuzu iddia ediyorsak, diğer canlılardan farklıyız diyorsak bu konuya kafa yorup ilişkilerimizde bu yönde ilerlemeyi denememiz lazım. Ve tabii mutlu olmak istiyorsak. Aksi halde “ben” diyerek o an belki kendimizi iyi hissedeceğiz ama kalbin şehrine giremeyeceğimiz için kaçıracağımız çok şey olacak…

Yeri gelmişken aşk konusuna da gireyim. Son zamanlarda içi boşaltılmış bir çok kavram gibi aşkın da içi boşaltılmış. Bakıyorum; bir hoşlanma, tutku, heyecan veya elde etmeyi aşk sananlar var. Elde edince de kıymeti kalmıyor zaten. İnsan elde edemediğinin delisi, elde ettiğinin de nankörüdür…Çok sevdiğim bir sözdür bu.

Oysa aşk o kadar yüce bir şey ki, varoluşumuzun sebebi diyebilirim. “Mumdan bir gemiyle ateşler denizinden geçmekmiş”. O denizden geçersin ve kıyıya vardığında bakarsın ki, yanmış kül olmuşsun ama eski senden eser kalmamış. Sen o eski sen değilsin ve tamamen yenilenmişsin….

Bu arada egonun en güzel ilacı da aşktır 🙂



21 Ağustos 2009 Cuma

Ramazan ve Mevlana

Çok şükür yine bir Ramazan’dayız. Nefsimizin aşırılıkları ve şımarıklıkları biraz azalır inşallah.
İki haftadır memleketteyim, bu hafta sonu dönüyorum. Gezdik dolaştık, bir iki kitap okuduk, şimdi de oruç ayındayız. Oruç deyince Mevlana’nın sözleri çok farklı oluyor, daha önceki bir yazımızda bu sözlerden bahsetmiştik, şimdi de Divan-ı Kebir‘inden birkaç söz alalım bu satırlara:

-Ramazan geldi; aşk ve iman padişahının sancağı erişti! Artık maddî yiyeceklerden elini çek! Çünkü, göklerden manevî rızık geldi ve can sofrası kuruldu!
-Can, bedenin hantallığından kurtuldu; tabiatımızın isteklerinin eli bağlandı! Aşk ve iman ordusu geldi, sapıklık ve imansızlık ordusunu kırdı geçirdi!
-Bir bakıma oruç, bizim kurtuluşumuzun kurbanı sayılır; bizim canımız, onun yüzünden dirilik elde edecektir! Mademki gönül evine misafir olarak can geldi, onun uğruna bedenimizi tamamıyla kurban edelim
-Sabır, hoş bir buluttur; ondan, hikmet, manevî lütuflar yağar! Bu sebeptendir ki, Kur’an-ı Kerim de bu sabır ayında nazil olmuştur!
-Bizi kötü işler, günahlar işlemeye teşvik eden kirli nefsimiz, arınmaya, temizlenmeye muhtaçtı! Ramazan gelince, günah zindanının kapısı kırıldı; can, nefsin esaretinden kurtuldu, miraca çıktı, sevgiliye kavuştu!
-Bu mübarek ayda gönül de boş durmadı; ümitsizlik perdesini yırttı, göklere uçtu! Can, zaten bu kirli dünyaya mensup değildi, meleklerdendi; onlara ulaştı!
-Ramazan günlerinde sarkıtılan merhamet ipine sarıl da, şu beden kuyusundaki hapisten kendini kurtar! Yusuf aleyhisselam kuyunun ağzına geldi, seni çağırıyor; çabuk ol, vakit geçirme!
-İsa aleyhisselam isteklerden, beden eşeğinin arzularından kurtulunca, duası kabul edildi! Sen de nefsanî isteklerden temizlen, elini yıka! Çünkü, gökyüzünden manevî yemeklerle dolu sofra geldi!
-Haydi, elini ağzını yıka; ne yemek ye, ne iç, ne de söyle! Hakikate erdikleri, Hakk’ı buldukları için susup duran ermişlere gelen mana sözlerini, mana lokmalarını ancak Şems-i Tebrîzî’nin himmeti ile bulabilirsin!

30 Ağustos 2007 Perşembe

Aşka Yolculuk

Yarın Trabzon’a gidiyorum, kaç zamandır bekardım buralarda. Ailemi alıp geri geleceğim inşallah. Ankara’da su sorunu şu aralar yok, sular akıyor, tabii barajlar için aynı durum sözkonusu değil. Onun dışında Ankara, 864 rakımlı tepe için hareketli günler yaşadı, memleket için iyi olur inşallah.
Mevlana’nın Fihi Mafih’i elimde, onu okuyorum. Daha önce Cemalnur Sargut Hanımefendi’nin “Kenan Rifai ile Aşka Yolculuk” isimli kitabı okumuştum, tasavvufla ilgilenenlere hararetle tavsiye ederim.

Kenan Rıfai ile Aşka Yolculuk

Kitaptan aklıma ilk gelen; Kenan Rifai Hz.’lerine “tasavvuf nedir” diye sormuşlar. “İncitmemek ve incinmemektir” demiş. Tasavvufun çok farklı tanımları var. İncitmemek bir nebze kolay gibi geliyor: dilini tutarsın, insanları üzmezsin vs. Fakat incinmemek nasıl olacak? Bunu da şöyle açıklıyor: Herşey Allah’tan geliyor, sebebe değil Müsebbibe bakarsan kime niye incineceksin ki? Allah’a mı, haşa….Kitapta bu ve benzeri birçok incelik var, Allah nasip eder inşallah…

1 Şubat 2006 Çarşamba

Mevlana


Trabzon yine karışıyor. Geçen yıl bu zamanlarda yaşanan benzer olaylar gündemi yine tutmuş görünüyor. MHP ilçe örgütü binası-Rize’deki patlamalar, Fatih-Gökdeniz’in bahis olayları yüzünden arabalarına sıkılan kurşunlar…Burası suç kenti değil ama rantın olduğu yerlerde silahlar konuşabiliyor.
Maliye Bakanı Unakıtan’ın Çamlıca’daki kaçak villası için yapılan yasa değişikliği, bu partinin de öncekilerden farklı olmadığını bizzat gösterdi. Oysa Başbakan’ın Unakıtan’a arka çıkacağına olayın üzerine gitmesini beklerdim. Neyse seçim yaklaşıyor. Fakat siyaset o kadar kısır ki, hangi lidere oy vereceğiz, hangi ekibe güveneceğiz belli değil. Hepsi birbirinin aynı. Herkes kendi tarafını devlet kademelerine yerleştirme peşinde. Uzan’ın yolsuzluklarına karşı girişilen çalışma başka yolsuzluklara karşı aynı şekilde devam etmedi. O zaman anlaşılıyor ki, bu siyasi rakibi bertaraf etmek içinmiş. Diğer olaylara neden gidilmedi ki? Ekonomi, AB, özelleştirme gibi konularda yaşananları gözardı edecek değilim fakat profesyonel kadrolarla devlet yönetiminden hala uzak olduğumuz aşikar.
1,5 yıl önce kızım 1 yaşındayken doğuştan kalça çıkığı nedeniyle ameliyat olmuştu. Önce 3 aylık periyotlarda daha sonra da 6 aylık periyotlarda film çektirip kontrolünü sağlıyorduk. Geçen gün yine film çektirdik, önceden bacaklarını düz tutmak için yoğun gayret sarfederken, biraz daha olayların farkında sanırım, kendisine nasıl film çekeceğimizi neler olacağını anlattığım için fazla zorluk çıkarmadı. Hatta büyük biri gibi yattı ve filmi çektirdik. Filmin fotosunu ameliyatı yapan doktora maille gönderdim ve sonuç için dün aradım. Çok şükür kötü birşey yok. Kemik gelişimini devam ettiriyor, kalçadaki yuvanın oluşumu normal seyrinde devam ediyor. Bu bizi oldukça rahatlattı. Zeynep doğumundan ameliyat olana kadar her ay rutin doktor kontrolündeydi ama ortopediden anlamayan normal doktorlar bunun farkına varamadı. Çocuk yürümeye başlayınca sol tarafında hafif bir aksaklık sezdik ve sonuçta ameliyat olmasına karar verildi. Çok zor günler geçirdik, hem O hem biz ama çok şükür o günleri atlattık. Ömrümün yarısı gitti diyebilirim. Geçen gün hastanede torunundan kan alınırken bakmaya kıyamayan ve ağlayan bir teyze gördüm, bizim yaşadıklarımız aklıma gelince bunun hiçbirşey olduğunu düşündüm. Demek insanın başına gelmeyince anlayamıyormuş. Teyzenin dayanamayıp bakamadığı şey benim için artık çok basitti, zira ben kızımı ameliyat elbisesi giydirip elimle doktora verdim ve iki saat ameliyatta kaldı vs.
Dün Telsim İK’daki bayanı aradım bir gelişme var mı diye. Aslında bir gelişme var ama sizi daha sonra arayacaktım dedi.Kısaca şirket, mevcut kadroyla kalalım mı yoksa eleman alalım mı diye karar verme aşamasındaymış.Bu durum çözümlenince size teklif için telefon açacağım dedi. Hayırlısı bakalım, bekliyorum.
Bu aralar Mevlana ve Mesnevi okuma isteğim artmış durumda. Elimdeki “Osmanlı’nın Kayıp Atlası” bitmek üzere. Onu bitirip hemen Mesnevi’ye başlamayı düşünüyorum. Okul yıllarında hiç abartısız 3 yıl boyunca Mesnevi ve Divan-ı Kebir’i elimden bırakmamıştım. Üzerimde bu eserlerin izi de yok değil. Zaten tüm dünyada Mevlana’nın okuyucuları o kadar çok ki, özellikle Amerika’da bu sayı oldukça fazla. Mesnevi’nin ilk beyiti ile sözümüzü bitirelim:
“Dinle neyden ki, şikayet etmede
Ayrılıktan hikaye etmede”.

Nietzsche’den Hayat Dersleri: Güçlü, Özgür ve Anlamlı Yaşamak Üzerine

  Nietzsche’den Hayat Dersleri: Güçlü, Özgür ve Anlamlı Yaşamak Üzerine