Aşk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aşk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Temmuz 2018 Pazartesi

Hayat Bazen

Hayat bazen insanları, birbirlerinin değerini anlasınlar diye ayırırmış.

Duyguların test edilmesidir bir anlamda bu ayrılıklar.

Gerçekten seviyor musun, yoksa bir anlık heves misin?

Araya tatsızlıklar girer bazen.

Gurur da ön plandadır ara sıra.

Uzaklaşırsın

O gelsin yanıma dersin

Ama gelmez

Birbirine birkaç metre mesafedesindir lakin aranda kilometrelerce gurur vardır.

Akışına bırakırsın

Bakalım zaman ne gösterir dersin

Zaman herşeyin ilacıdır derler amma fazlası intihara girmez mi?




Hayat bazen…

Sonra, niye uzağız ki dersin..

Gereksiz gururu bir kenara bırakırsın.

Normalde yapmayacağın şeyi yapar

O’na doğru yaklaşırsın

Çünkü O senin sol yanındadır ve zamanında solunda devrim yapmıştır.

Hiçbir şey seni O’nun kadar üzmemiş ve O’nun kadar mutlu etmemiştir.

Bunu bilir yol alırsın

Tedirginsindir

Acaba nasıl tepki göreceğim?

Önce sessizlik çarpar suratına bir tokat gibi

Yüzüne bakmaz, gözlerini sana çevirmez günlerce

Zamanında sana hülyalı bakan gözleri, artık sana bakmaz olur

Neden ama dersin…

Eskisi gibi baksın, beni benden alsın dersin.

Ama araya zaman girmiştir

Sonra sabırla devam edersin

Yanına gidersin, yine aynı yüz

Bıkmazsın yılmazsın gidersin

Yavaş yavaş sana bakar ve konuşmaya başlar

Anlarsın ki, zamanla iyileşecektir

Sabırla devam edersin

Ümidini asla kaybetmeden

Ve gün gelir görürsün ki,

aslında O da sana gelmek istiyordur

ama araya hayal kırıklıkları girmiştir

Sevenin bahaneleri yoktur

Ne olursa olsun seven insan gitmeyecektir

Gitmek isteyen bir bahane bulup gider

Sevense herşeyi bir kenara bırakıp kalacaktır

Senin de kalmak istediğini biliyorum

Ve bu yüzden sana geliyorum

Bıkmadan

Usanmadan

Yılmadan….

 


(İsmini vermek istemeyen misafir yazardan)…

18 Mart 2018 Pazar

Sevgide Fedakârlık Yolunu Bulamayanlar

İnsan ilişkilerini yaralayan hatta bazen bitiren önemli bir etken var: ego. Çok basit geldi biliyorum ama gerçekten o kadar önemli ki, dönüşü olmayan sonuçlara sebep olabiliyor.



Sevgide fedakarlık yolu egodan geçer…

Bir sohbet esnasında konu buraya geldi, ayrıca Mevlana’nın şu sözünü de görünce yazayım istedim. Söz şu:

     “Sevgide fedakârlık yolunu bulamayanları asla gönül kapınızdan içeri sokmayın”

Fedakârlık karşılıklı olur, biri “feda” ederken diğeri “kâr” ediyorsa zaten ortada sevgi falan yoktur, olsa olsa ticaret vardır basit anlamda. Fedakârlık da egoların biraz törpülenmesiyle oluyor. Eğer karşınızdaki insan sizin için egolarından biraz olsun vazgeçmiyorsa, ben buyum diyorsa hiç uğraşmayın düzelmeyecektir. O’nu kendi haline bırakın ve yolunuza bakın.

Ego kötü bir şey değil aslında, benliğimiz, bizi biz yapan şey. Fakat her şeyde olduğu gibi kararınca olmalı. Aşırıya kaçınca hoş durmuyor. Karşınızda egosu yüksek bir insan olduğunu düşünün, kibirli kibirli sizle konuşunca ne kadar rahatsız olursunuz? Böyle insanlara şahsen dayanamıyorum, aynı şekilde anladıkları dilden karşılık veriyorum.

İnsanlarla kurduğumuz ikili ilişkileri düşünelim: eşimiz sevgilimiz arkadaşımız… Arada bir bağ var ki, birlikte duruyoruz, buna sevgi deriz başka bir şey deriz farketmez. Eğer sağlıklı bir ilişki kurulsun istiyorsak bazı şeylerin karşılıklı olması gerekiyor. Bir taraf hep kendinden ödün veriyorsa orada bir hata var demektir. Burada da ego devreye giriyor işte. Eğer ben egomu kırıp törpüleyip sana gelemiyorsam adım atamıyorsam bu ilişkide bir sıkıntı var demektir.

Peki neden egosunu kıramaz insan? Neden bu kadar zor gelir? Ego veya nefs, hep ben hep ben der çünkü. Başkası yok ben varım, ben üstünüm, niye -yeri geldiğinde- alttan alayım ki, kendimi küçük düşüreyim ki? Bunlar sağlıklı bir kafa yapısının ürünü değil. Kendini eğitememiş, olgunluk yolunda adım atamamış insanın hezeyanları. Şeytanı düşünelim, neden cennetten kovuldu? Ben üstünüm dediği için. Adem’i topraktan beni ateşten yarattın, ben daha üstünüm dediği için kovulmuşlardan oldu. İnsanın da en büyük düşmanı kendi nefsidir. Ona ondan daha büyük düşman yoktur.

İnsanın karakterinin ve düşünce yapısının oluşumunda ilk altı yaşın önemli olduğu söylenir. Konunun uzmanı değilim ama ilk altı yaş olsun veya çocukluk devresi diyeyim, o kadar önemli ki gerçekten. Hani denir ya, çocukluğuna inmek lazım diye, çok doğru. Yetiştirilme tarzı, anne baba veya büyüklerin davranışları, o insan üzerinde çok etki yapıyor, bilinçaltına işlenen bu gerçekler hayatımızın geri kalanında ister istemez bizi yönlendiriyor. Bu sevgide de böyle.

Oysa olay çok basit, seviyor ve seviliyorsanız egolarınızı bir kenara bırakmaya çalışın. Fedakâr olmak, diğergam olmak, kendiniz yerine onu düşünmek hiç de kötü şeyler değil. Eğer insan olduğumuzu iddia ediyorsak, diğer canlılardan farklıyız diyorsak bu konuya kafa yorup ilişkilerimizde bu yönde ilerlemeyi denememiz lazım. Ve tabii mutlu olmak istiyorsak. Aksi halde “ben” diyerek o an belki kendimizi iyi hissedeceğiz ama kalbin şehrine giremeyeceğimiz için kaçıracağımız çok şey olacak…

Yeri gelmişken aşk konusuna da gireyim. Son zamanlarda içi boşaltılmış bir çok kavram gibi aşkın da içi boşaltılmış. Bakıyorum; bir hoşlanma, tutku, heyecan veya elde etmeyi aşk sananlar var. Elde edince de kıymeti kalmıyor zaten. İnsan elde edemediğinin delisi, elde ettiğinin de nankörüdür…Çok sevdiğim bir sözdür bu.

Oysa aşk o kadar yüce bir şey ki, varoluşumuzun sebebi diyebilirim. “Mumdan bir gemiyle ateşler denizinden geçmekmiş”. O denizden geçersin ve kıyıya vardığında bakarsın ki, yanmış kül olmuşsun ama eski senden eser kalmamış. Sen o eski sen değilsin ve tamamen yenilenmişsin….

Bu arada egonun en güzel ilacı da aşktır 🙂



10 Ocak 2017 Salı

Cemal Süreya Anısına En Güzel 5 Şiiri

9 Ocak 1990 tarihinde aramızdan ayrılan Cemal Süreya’yı ölüm yıl dönümünde anmak için sevdiğim şiirlerinden bazılarını paylaşmak istiyorum. Şüphesiz başka güzel şiirleri de vardır ama ben bunları beğendim.

Cemal Süreya Anısına En Güzel 5 Şiiri

Cemal Süreya Şiirleri

Sevgilim Bir Günün

Sevgilim, bir günün ortası şimdi
Taşıtlar hızla gelip geçiyor, her yer kalabalık,
Ben seni düşünüyorum bir bodrum kahvesinde
Uzat bana uzat ellerini
İzinli askerler görüyorum, kırıtarak yürüyen işçi kızlar
İstanbul her günkü yaşantısı içinde, uğultulu,
Güvercinler güneşten bir sessizliği biriktiriyor

Ben seni düşünüyorum seni
Hani tıpkı o ilk günlerdeki gibi
Kalbim diyorum kalbim
Daha dün tezgâhtan çıkmış bir su sayacı gibi
Aşkı anılar besliyor düşler kadar
Bu yüzden diyorum ki aşk eskidikçe aşktır
Sevgi eskidikçe sevgi.

Günümüz ekmeğimiz, türkümüz
Çoluğumuz çocuğumuz
Binalar yan yana yükselip gidiyor
Vapurların ağzı köpük içinde
Uzaklarda ne kapılar açılıyor
Trenin biri bir istasyona varıyor
Ordan çıkıyor biri.

Her şey biliyor her şey
Sen biliyor musun bakalım
Seni nice sevdiğimi?
Üstüne titrediğimi?

Geldiğimi?
Gittiğimi

Hadi!

Hüznün Kuşları

ben bütün hüzünleri denemişim kendimde
canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını
bir bir denemişim bütün kelimeleri
yeni sözler buldum seni görmeyeli

kuliste yarasını saran soytarı gibi
seni görmeyeli
kasketim eğip üstüne acılarımın
sen yüzüne sürgün olduğum kadın
kardeşim olan gözlerini unutmadım
çık gel bir kez daha beni bozguna uğrat

sen tutar kendini sevdirirdin

bir umuttun bir misillemeydin yalnızlığa

şansızım diyemem kendi payıma

hain bir aşk bu, kökü dışarda

olur böyle şeyler ara sıra

olur ara sıra

Fotoğraf

Durakta üç kişi,
Adam kadın ve çocuk.

Adamın elleri ceplerinde,
Kadın çocuğun elini tutmuş.

Adam hüzünlü,
Hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü.

Kadın güzel,
Güzel anılar gibi güzel.

Çocuk,
Güzel anılar gibi hüzünlü,
Hüzünlü şarkılar gibi güzel.

Öyle Uzaktan Seviyorum Seni

Uzaktan seviyorum seni!
Kokunu alamadan,
Boynuna sarılamadan.
Yüzüne dokunamadan.
Sadece seviyorum!
Öyle uzaktan seviyorum seni!
Elini tutmadan.
Yüreğine dokunmadan.
Gözlerinde dalıp dalıp gitmeden.
Şu üç günlük sevdalara inat,
Serserice değil adam gibi seviyorum.
Öyle uzaktan seviyorum seni,
Yanaklarına sızan iki damla yaşını silmeden.
En çılgın kahkahalarına ortak olmadan.
En sevdiğin şarkıyı beraber mırıldanmadan.
Öyle uzaktan seviyorum seni!
Kırmadan,
Dökmeden,
Parçalamadan,
Üzmeden,
Ağlatmadan uzaktan seviyorum.
Öyle uzaktan seviyorum seni;
Sana söylemek istediğim her kelimeyi,
Dilimde parçalayarak seviyorum.
Damla damla dökülürken kelimelerim,
Masum beyaz bir kağıtta seviyorum.

Gül

Gülün tam ortasında ağlıyorum
Her akşam sokak ortasında öldükçe
Önümü arkamı bilmiyorum
Azaldığını duyup duyup karanlıkta
Beni ayakta tutan gözlerinin

Ellerini alıyorum sabah kadar seviyorum
Ellerin beyaz tekrar beyaz tekrar beyaz
İstasyonda tiren oluyor biraz
Ben bazan istasyonu bulamayan bir adamım

Gülü alıyorum yüzüme sürüyorum
Her nasılsa sokağa düşmüş
kolumu kanadımı kırıyorum
Bir kan oluyor bir kıyamet bir çalgı
Ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene

7 Eylül 2015 Pazartesi

Aşkın Hakikatine Doğru Bir Yolculuk

Aşkın Hakikatine Doğru Bir Yolculuk

İnsanın olduğu her yerde aşktan bahsedilir. Neler yazılmamış, neler yaşanmamıştır ki bu yolda? Yazılacak bir şey de kalmamıştır belki ama yine de biz yazmaya çalışalım elimizden geldiğince.

Aşk, Arapça “aşeka” kökünden gelen bir sözcük: sarmaşık gibi sarmak anlamında. Sarmaşık gibi ağacı sarar ama ağacın öz suyunu alır bitirir ! Aslında aşkın tanımı için üstadımız Hz. Mevlana’nın sözü yerindedir. “Aşk nedir?” diye sorulduğunda “ben ol da bil” demiştir…

Aşkın Hakikati

Bir çok çeşidi var aşkın: Eşini, çocuğunu, arkadaşını sevmekten tutun doğaya ve tabii ilahi olana duyulan aşk. Son zamanlarda bir çok kelimede yaşandığı gibi aşk kavramında da kafa karışıklığı mevcut, bunda -sağolsun- medyanın etkisi az değil. Bir hoşlanma veya başka duyguların tatminine “aşk tazeledi” derseniz aşkı ayağa düşürürsünüz. Oysa aşk o kadar ulvi bir şeydir ki, varoluşumuzun sebebidir diyebiliriz.

Farklı kültürlerde farklı yaklaşımlar söz konusu aşka dair. Doğuya gittikçe kadim geleneklerde aşk yücelirken batıya doğru gittikçe Freudcu yaklaşımla sadece bir takım duyguların tatminine kadar indirgenebiliyor aşk. Biz aşkın hakikatine doğru yolculuk yapacağımız için kendi kültür kodlarımızdan hareket edeceğiz.

Aşkın Hakikati

Tasavvufi yaklaşıma göre sufiler, yaratılan canlı cansız her şeyin aşktan ileri geldiğini söyler. Bunda da -bazıları karşı çıksa da- çok bilinen şu Hadis-i Kudsiyi baz alırlar: “Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi istedim, bilinmeyi sevdim“. Allah canlı cansız tüm mevcudatı bu sevgiden yaratmıştır. Kendi sıfatları-isimlerinin tecellisini varlıkta görmek istemiştir. Çeşit çeşit varlıkta sınırlı isimleriyle tecelli ederken tüm isimleriyle insanda tecelli etmiştir. O yüzden insan çok önemlidir Allah’ın indinde. Sufilere göre kainatın ilk yaratılış sebebi bahsettiğimiz bu sevgi/aşktır.

Bu hal, kadim metinlerde şöyle anlatılıyor: ” varlığa ait ve birbirinden ayrı cüzler arasında bir çekim vardır”.  Buna kavuşma / vuslat deniliyor. Aşkın şiddeti parçaların birbirine uzaklığı oranında artıyor. Aşk kavuşmamaktır aslında, kavuştuğunda biter çünkü. Aşık maşukuna kavuştuğunda aşk biter, yerini vuslat alır. Biz de bu durumu “evlilik aşkı öldürüyor” şeklinde yorumlarız. Evlilik tabii ki aşkı öldürecek, yoksa bu evlilik/vuslat hali olmaz! Aşkın görevi burada bitmiyor, vuslattan sonra bir adım öteye giderek aşkın hakikatine ulaşmamız lazım.

Mecazi ve İlahi Aşk

Kadim kültürümüzde varlığa, doğaya, dostlarımıza duyulan aşka mecazi aşk deniliyor, hani Mecnun’un Leyla’sına duyduğu aşk. Mecazi denilmesinin bir anlamı var, o da bu aşkın işaret ettiği bir şey var, burada takılma, varlıkta kalma, onu yaratan İlahi olana bu aşkı yönlendir. Mecnun yıllarca Leylası’nın peşinden koşar, aşk acısıyla ömrünü geçirir, Leyla’ya kavuştuğunda ise “benim aradığım bu değilmiş” der ve oradan fani olanın değil hakiki olanın aşkına kanat vurur. Aşkın hakikati budur aslında. Burada Leyla önemli değil diyemeyiz, mecazi olarak bir şeye işaret ettiği için çok önemli. O olmadan İlahi olana geçemiyoruz. Leyla burada fani olanı temsil ediyor. Mecnun fani olanı mı sevecek yoksa Allah’ın yaratılışta insanın içine koyduğu baki olana duyulan aşkı mı? Büyük ruhlar Leyla’da takılı kalmıyor ve oradan yani mecazi aşktan ilahi aşka doğru yürüyor.

Modern Zamanlarda Aşk

Seküler yaşam tarzı aşkın kaynağını burada göremediği için sıkıntılar yaşanıyor. Aşkı sadece bedene indirger ve Leyla’yı hedef alırsanız ve “sen benim her şeyimsin” derseniz, Leyla sizden gittiğinde veya bir hata işlediğinde yıkılmaktan kendinizi alamazsınız. Günümüzde yaşanan aşk cinayetleri, acılar ve ıstıraplara bu gözle bakmakta fayda var. Sevilenin tanınmayışı ve hakikatinin bilinmeyişi sonucu yaşanan patolojik haller bunlar…

Modern Zamanlarda Aşk

Aşkı sadece Leyla için düşünmeyelim: yaratılan her varlığa bu gözle bakmayı başarabilirsek sokaktaki kedi köpeği tekmelemeyecek, bir çiçeği koparırken iki kere düşüneceğiz.

Bizim geleneğimizde özellikle Anadolu’da bu bakış açısı vardı. Dervişlerin, alperenlerin yurdu Anadolu, Yunus Emrelerle, Hacı Bektaşilerle, Mevlanalarla bu anlamda yoğrulmuştu. Fakat son yüz yıldır bu bakış açısını kaybettik sanırım. Aslında hala Anadolu’dan ümidimi kesmiş değilim ama bizim iki yüz yıldır süren Batıyı örnek alma anlayışımız bizi biz yapan bazı özelliklerimizi unutturdu sanki bize. Bilime ve diğer evrensel kabullere evet ama özümüzü kaybetmeden. Mal mülk sevgisi, maddeye olan aşkımız o kadar arttı ki, metafizik yanımızı unutur olduk. Her gün şikayet ettiğimiz trafikteki saygısızlıklar, birbirimize olan düşmanlıklarımız, doğayı ağacı hunharca katledip gökdelenleri dikmeyi marifet sanmamız, sokak hayvanlarına acımasız davranışlarımız, kurban keserken işin mahiyetini bilemeden hunharca davranışlarımız…. bunların hepsi varlığın tümüne aşkla bakmayı beceremediğimizden ileri geliyor.

Aslında aşkla ilgili yazılacak çok şey var ama dilimizden şimdilik bu kadar döküldü. Allah hepimize Leyla’da takılı kalmayıp Mevla’ya doğru kanat çırpmayı ve tüm varlığa aşkla bakabilmeyi nasip etsin, amin…

18 Ağustos 2015 Salı

Cahit Sıtkı Tarancı'dan Otuz Beş Yaş ve Desem Ki

Cahit Sıtkı Tarancı’dan Otuz Beş Yaş ve Desem ki
Cahit Sıtkı Tarancı deyince insanın aklına Otuz Beş Yaş şiiri geliyor. 46 yıllık ömrüne sığdırdığı şiirleri içinde bir de Memleket İsterim öne çıkmıştır. Bunların yanında başka güzel şiirleri de vardır. Can Yayınlarından çıkan eserini okuyup kendimce beğendiğim bazı şiirlerini burada paylaşmak isterim.

Cahit Sıtkı Tarancı
Cahit Sıtkı Tarancı – Otuz Beş Yaş

Sevdiğimiz ve beğendiğimiz şairlerin hep eskide kalması, asri zamanlarda böyle şairlerin çıkmaması beni hep üzmüştür. Belki de vardır ben farkında değilimdir ama genelde hep bilinen şairlerin dizelerini okuyoruz: Necip Fazıl, Nazım Hikmet, Cemal Süreya vs. Şairler ince ruhlu insanlardır, o yüzden toplum içinde sayılarının fazla olması bizler için iyidir. Onlar hayata ve insanlara farklı gözden bakarlar. Gittikçe kirlenen ve maddiyata boğulan bizler için farklı bakış açılarını ve aşkın, sevginin ve güzelliğin hatırlanmasını sağladıkları için iyi ki şairler var.

Şairin bu kitabında sizlerin beğeneceği farklı şiirler vardır elbette ama benim gözüme çarpan bir kaç tanesini buraya ekleyeceğim. En beğendiğim ise Desem ki.

Desem Ki

Desem ki vakitlerden bir nisan akşamıdır
Rüzgarların en ferahlatıcısı senden esiyor
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini
Ormanların en kuytusunu sende görmekteyim
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm
Sende tattım yemişlerin cümlesini
Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin.
Desem ki…
İnan bana sevgilim inan
Evimde şenliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
Rüzgarla nehirlerle, kuşlarla beraber.
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi fark edemezsen
Rüzgarların nehirlerin kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme müsterih ol
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gök kubbede
Hatırla ki mahşer günüdür
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum

Ben Aşk Adamıyım

Dolaştığım denizlerce düşünüyorum,
Bineceğim son gemi değil midir
Hayır sahibi omuzlarda giden tabut.
Herkes gibi teselliye muhtaç olsaydım eğer,
Derdim ki: “Elbet bir ağlayanım olur benim de;
Ramazan geceleri Yasin okuyanım,
Baharda kabrime menekşe getirenim de.”Fakat bütün bunlar da olur,
Yine tasa etmem,
Yine kırılmam kimseye.
Ben aşk adamıyım,
Sevmeye geldim insanları,
Gönlümle, elimle, kafamla sevmeye;
Hesapsız, karşılıksız,
Ayrılık gayrılık gözetmeden.
Gün gelip gidersem şayet,
Öyle severekten gideceğim ki,
Karanlık kıyılardan bile olsa,
Candan selamlarım,
Civarımdan geçecek gemileri;
Güneşli gemileri;
Şarkılı gemileri;
İçlerinde kendim varmışım gibi!

Otuz Beş Yaş

Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz;
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim:
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim
Yalandır kaygısız olduğum yalan.Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.






Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar.N’eylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında.

Neden Sonra

Neden sonra farkına varıyorsun
Etrafındaki korkunç ıssızlığın.
Yar olsun, dost olsun, ne arıyorsun,
Adresi belli mi vefasızlığın?
Aşk, dostluk!…Hepsi dökülür yapraklar!
Çıplak bir ağaç durgun suda aksin.
Yalnızlık dediğin hayatta başlar;
Kabir boyunca devam etmek için..




12 Şubat 2015 Perşembe

Sevgililer Gününe Anlam Katacak Aşk Şiirleri

Aşkın, sevginin ve dahi sevgilinin hatırlanmasını bir güne sığdırmayı kabul etmesem de, asri zamanlarda “sevgililer günü” icat edilmiş ve sevenler o günde birbirini daha çok hatırlar olmuş. Sevgilinin günü mü olurmuş? Her dem O’nu anmadıktan sonra buna aşk mı denirmiş? Bunu bir de Mecnun duysaydı, kim bilir neler söylerdi?

Aşk
Aşk Şiirleri

Kökü antik çağa kadar dayanan sevgililer günü veya Aziz Valentine Günü hakkında detaya burada girmeyeceğim, dileyen bu adresten bakabilir. Sevgiden yaratılan insan için aşk ne kadar da önemlidir, kimi Leylası’na kimi Mevlası’na aşıktır. Mecazi aşktan İlahi aşka uzanan bu yelpazede herkes kendine birşeyler bulabilir. Her ne kadar günümüzde aşk kelimesinin içi boşaltılmış olsa da, en yüce duygunun aşk olduğu aşikardır.

Sevgililer Günü yaklaşırken bu özel güne mana katacak, beğendiğim birkaç aşk şiirini paylaşmak istiyorum:

ÖYLE UZAKTAN SEVİYORUM SENİ

Uzaktan seviyorum seni!
Kokunu alamadan,
Boynuna sarılamadan.
Yüzüne dokunamadan.
Sadece seviyorum!
Öyle uzaktan seviyorum seni!
Elini tutmadan.
Yüreğine dokunmadan.
Gözlerinde dalıp dalıp gitmeden.
Şu üç günlük sevdalara inat,
Serserice değil adam gibi seviyorum.
Öyle uzaktan seviyorum seni,
Yanaklarına sızan iki damla yaşını silmeden.
En çılgın kahkahalarına ortak olmadan.
En sevdiğin şarkıyı beraber mırıldanmadan.
Öyle uzaktan seviyorum seni!
Kırmadan,
Dökmeden,
Parçalamadan,
Üzmeden,
Ağlatmadan uzaktan seviyorum.
Öyle uzaktan seviyorum seni;
Sana söylemek istediğim her kelimeyi,
Dilimde parçalayarak seviyorum.
Damla damla dökülürken kelimelerim,
Masum beyaz bir kağıtta seviyorum.

Cemal Süreya

AŞK ŞAİRİ

Acılar vardır, bir de çaresizlikler
Ne zaman başladıysa benim öyküm
Yürüdük, kimbilir kaç yıl beraber
Bir yanımda aşk, bir yanımda ölüm
Durup durup kirlendim yaşadıkça
Aşktı beni yıkayan, Arıtan su
Dünyamı saran bir uçtan bir uca
Hep o bir gün sevememek korkusu
Ben kalbimi o taşlarda biledim
Bütün pisliklerini yeryüzünün
Kazıdım hançerimle yeniledim
Son dakikasında bile ömrümün
Ben Tanrıdan başka bir şey istemem
Her sevgiye açık olsun pencerem

Ümit Yaşar Oğuzcan

BEKLENEN

Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.

Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme, artık neye yarar?

Necip Fazıl Kısakürek

BEN SANA MECBURUM

Ben sɑnɑ mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi ɑklımdɑ tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sɑnɑ mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.

Ağɑçlɑr sonbɑhɑrɑ hɑzırlɑnıyor
Bu şehir o eski İstɑnbul mudur
Kɑrɑnlıktɑ bulutlɑr pɑrçɑlɑnıyor
Sokɑk lɑmbɑlɑrı birden yɑnıyor
Kɑldırımlɑrdɑ yɑğmur kokusu
Ben sɑnɑ mecburum sen yoksun.

Sevmek kimi zɑmɑn rezilce korkuludur
İnsɑn bir ɑkşɑm üstü ɑnsızın yorulur
Tutsɑk usturɑ ɑğzındɑ yɑşɑmɑktɑn
Kimi zɑmɑn ellerini kırɑr tutkusu
Bir kɑç hɑyɑt çıkɑrır yɑşɑmɑsındɑn
Hɑngi kɑpıyı çɑlsɑ kimi zɑmɑn
Arkɑsındɑ yɑlnızlığın hınzır uğultusu

Fɑtih’te yoksul bir grɑmofon çɑlıyor
Eski zɑmɑnlɑrdɑn bir cumɑ çɑlıyor
Durup köşe bɑşındɑ deliksiz dinlesem
Sɑnɑ kullɑnılmɑmış bir gök getirsem
Hɑftɑlɑr ellerimde ufɑlɑnıyor
Ne yɑpsɑm ne tutsɑm nereye gitsem
Ben sɑnɑ mecburum sen yoksun.

Belki hɑzirɑn dɑ mɑvi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy’de uçɑğɑ biniyorsun
Bütün ıslɑnmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telɑş içindesin
Kötü rüzgɑr sɑçlɑrını götürüyor

Ne vɑkit bir yɑşɑmɑk düşünsem
Bu kurtlɑr sofrɑsındɑ belki zor
Ayıpsız fɑkɑt ellerimizi kirletmeden
Ne vɑkit bir yɑşɑmɑk düşünsem
Sus deyip ɑdınlɑ bɑşlıyorum
İçim sırɑ kımıldıyor gizli denizlerin
Hɑyır bɑşkɑ türlü olmɑyɑcɑk
Ben sɑnɑ mecburum bilemezsin.

Attila İLHAN

BENCE ŞİMDİ SEN DE HERKES GİBİSİN

(Okurken şarkıyı dinlemeniz şiddetle tavsiye olunur)

Gözlerim gözünde ɑşkı seçmiyor
Onlɑrdɑn kɑlbime sevdɑ geçmiyor
Ben yordum ruhumu birɑz dɑ sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin

Yolunu beklerken dɑhɑ dün gece
Kɑçıyorum bugün senden gizlice
Kɑlbime bɑktım dɑ işte iyice
Anlɑdım ki sen de herkes gibisin

Büsbütün unuttum seni eminim
Mâziye kɑrıştı şimdi yeminim
Kɑlbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin

Gönlümle baş başa düşündüm demin;
Artık bir sihirsiz nefes gibisin.
Şimdi tâ içinde bomboş kalbimin
Akisleri sönen bir ses gibisin.

Mâziye karışıp sevda yeminim,
Bir anda unuttum seni, eminim
Kalbimde kalbine yok bile kinim
Bence artık sen de herkes gibisin.

Nɑzım Hikmet RAN

AŞK BAŞLAMADAN GÜZEL

Aşk bɑşlɑmɑdɑn güzel,
Kɑlplerde heyecɑn
Bɑkışlɑrdɑ korku olduğu zɑmɑn güzel…
Birbirimize sezdirmemek için çırpınış,
Bɑşkɑlɑrı görmesin diye çɑbɑlɑyış,
Gözlerim gözlerinin mɑvisine değdiği zɑmɑn…
Aşk bɑşlɑmɑdɑn güzel….

Ümit Yɑşɑr OĞUZCAN

AŞKIN ALDI BENDEN BENİ

Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü
Bana seni gerek seni

Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana seni gerek seni

Aşkın aşıklar oldurur
Aşk denizine daldırır
Tecelli ile doldurur
Bana seni gerek seni

Aşkın şarabından içem
Mecnun olup dağa düşem
Sensin dünü gün endişem
Bana seni gerek seni

Sufilere sohbet gerek
Ahilere ahret gerek
Mecnunlara Leyla gerek
Bana seni gerek seni

Eğer beni öldüreler
Külüm göğe savuralar
Toprağım anda çağıra
Bana seni gerek seni

Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver anları
Bana seni gerek seni

Yunus’dürür benim adım
Gün geçtikçe artar odum
İki cihanda maksudum
Bana seni gerek seni

Yunus Emre

Siz hangi şiiri beğendiniz?



22 Ekim 2014 Çarşamba

Cemalnur Sargut-Allah'ıma Sefere Çıktım

Allah’ıma Sefere Çıktım, Cemalnur Sargut‘un son çıkan kitaplarından. Bu yazıda kitapla ilgili önemli bulduğum kısımları ve bazı yorumlarımı paylaşacağım.

Allahıma sefere çıktım

Önce tanıtım bülteninden arka kapakta yer alan sözlere bakalım:

“Bu âleme gelmekten maksat, maddeden mânâya, kuldan Hakk’a doğru alınan yolda idrakli olmak, nereden gelip nereye gittiğini bilmektir.

Bu seyahat hem kulun içinde hem de kulun dışında gerçekleşir.

Yaşamak, idrak etmek demek olduğuna göre kul, bu yolculukta bir yandan aczini ve yokluğunu anlar, bir yandan da kendindeki Yaradan’ın kıymetini bilir ve “Nefsini bilen Rabbini bilir” lütfuna mazhar olur. Hele bir de ölmeden evvel ölme seviyesine ulaşırsa cenneti burada yakalar, sonsuz huzur ve mutlulukla hakîkî kulluk derecesine yükselir.

Allah’ıma Sefere Çıktım, bu seyahatin merhalelerini anlatıyor. Kişiyi ona şah damarından da yakın olan Allah’a yöneltiyor.

Cümlemize hâl etmek nasip olsun inşallah.”

Tasavvuf konularında yazan Cemalnur Sargut’un bu kitabı, Beyaz TV’de yaptığı sohbetlerin bir kısmından oluşuyor. Konuya meraklı olanlar için yine bir çırpıda okunabilecek bir eser. Bir çırpıda okunabilir ama ara sıra tekrar elime alıp okumak istediğim bir kitap. Tanıtım bülteninde yazan “ölmeden evvel ölme seviyesine çıkarsa Cenneti burada yakalar, sonsuz huzur ve mutluluğa erer” cümlesi, günümüz insanının yaralarına merhem olacak ve mutluluğu arayış noktasında tek çare olabilecek bir ifade diyebilirim. Hepimiz mutluluk peşinde koşuyoruz, aslında huzur daha önemli değil mi? Çünkü sevinç ve hüzün, sinüsoidal bir dalga gibi peşi sıra birbirini takip ediyor. Ruhlarımız -fıtraten- mutlak huzuru arıyor. Adeta kafese kapatılan kuşun vatanını özlemesi gibi. Beden kafesine kapatılan kuşlar gibi olan ruhumuz, geldiği yeri-cenneti özlüyor. Biz de bu özlemi gidermek için maalesef yanlış yollarda dolaşıyor ve huzuru maddede bulmaya çalışıyoruz. Oysa “ölmeden evvel ölme sırrına” erebilsek, Yunus Emre’nin diliyle ” kahrın da hoş, lütfun da hoş” haline geleceğiz.

huzur

Mutluluk endeksi isimli eski bir yazımda bu konuya değinmiştim. Dünyanın en mutlu insanları nerede yaşıyor araştırmasında ilk sırayı İskandinav ülkeleri almış, fakat bir o kadar da ilginçtir ki, bu ülkelerde intihar oranları çok yüksek. Bunda güneşten az faydalanmak da etkili ama kanımca sadece maddenin mutluluk getirmediğine iyi bir örnek bu durum.

Kitabın içindekiler kısmına kısaca gözatmakta fayda var:

  • Nefsin makamları
  • Tasavvufta Ahlak
  • Edep
  • Aşk
  • Tevhid

Özellikle Aşk bölümünde

  • Aşkın Tarifi
  • İlahi Aşk/Beşeri Aşk   alt başlıkları bir kaç kez okunmaya değer.

Son olarak kitap tanıtım yazılarımda yaptığım gibi kitaptan sevdiğim kısa bir bölümü buraya yazmak istiyorum (sayfa 181):

“…İşte Allah beni koruyor..Şimdi sen bir bitkiyi sevdiğin zaman, deli gibi sevdiğin zaman mevsimden mevsime geçerken budamıyor musun? Budamazsan ölür, o yüzden buduyorsun. Sevdiğin için öpe seve buduyorsun. Allah da bizi nefsimizin esiri olup ölmeyelim, aşkla dirilelim, aşk ehli olalım, idrak seviyesine ulaşalım diye buduyor. Aşk, idrak için yegane enerjidir. Aşktan başka silahımız yok. Hz.Mevlana: “Aşk, bakırları altın kılar” diyor…”

Cemalnur Sargut’un diğer bir kitabını anlattığım yazı da ilginizi çekebilir:

Cemalnur Sargut-Kur’an ile Var Olmak

8 Ekim 2014 Çarşamba

14 İphone ve İpad Kullanılarak Hazırlanmış Müthiş Bir Aşk Hikayesi

14 adet iphone, ipad ve MAC bilgisayar kullanılarak hazırlanan oldukça ilginç bir aşk hikayesi videosu.

Çok akıllıca tasarlanmış, zamanlaması da iyi ayarlanmış.

Övgüyü hak ediyor bence. İyi seyirler…

Iphone Love Story

21 Eylül 2014 Pazar

Eylül Ayına Anlam Katan 5 Aşk ve Ayrılık Şiiri

Eylül Aşk ve Ayrılık Şiirleri

Eylül, eskiden yaprakların sarardığı ve sonbaharın gelişini müjdeleyen bir aydı fakat gelin görün ki, iklimsel değişimler şairlerin ayı eylülü de asri zamanlarda geri plana atmış durumda. Her ne kadar Eylül geldiğinde yerlere dökülen sarı yaprakları ayaklarımızla çiğneyişin verdiği o hazin ve müthiş sesi bu aralar duyamasak da, şairler için Eylül’ün ayrı bir yeri vardır. Eylül demek aşk demek, ayrılık demek, hüzün demek. Ve satırlara dökülen gözyaşları demek.



Eylül ayına anlam katan, aşıkların kalbine dokunan aşk ve ayrılıktan dem vuran 5 şiiri paylaşmak istiyorum:

Otağ / İlhan Berk

Sevgilim, işte eylülVe işte senin usul usul seğiren yüzün.Zaman ki sonsuzdurBitmemiş şiirler gibidir.Bazı hüzünleriBazı nehirleri tutup anlatmak gibidir.Biz ki zamanı tırnak içine alıp yaşadık(İsteğin bulanık kıyısında).Bundan değil midir bizim aşkımızdaSürekli bir akşam hüznü vardır.                             delta ve çocuk
 
 

Ben Eylül Sen Haziran / Ümit Yaşar Oğuzcan

Bir eylüldü başlayan içimde
Ağaçlar dökmüştü yapraklarını
Çimenler sararmıştı
Rengi solmuştu tüm çiçeklerin
Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı
Katar gidiyordu kuşlar uzaklara
Deli deli esiyordu rüzgar
Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa
Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar
Neydi o bir zamanlar
Sevmişliğim, sevilmişliğim
O heyheyler, o delişmenlikler neydi
Ne bu kadere boyun eğmişliğim
Ne bu acıdan korlaşan yürek
Ne bu kurumuş nehir; gözyaşım
Önümdeki diz boyu karanlıklar da ne
Ne bu ardımdaki kül yığını; elli yaşım
Beni kötü yakaladın haziran
Gamlı, yıkık eylül sonuma
Bir ilk yaz tazeliği getirdin
Masmavi göğünle
Cana can katan güneşinle
Pırıl pırıl engin denizinle girdin içime
Çiçekler açtı dokunduğun
Çimler büyüdü yürüdüğün
Ve güller katmer oldu güldüğün yerde
Başımda senin kuşların kanat çırpıyor şimdi
Oldurduğun yemişlerin ağırlığından
Dallarım yere değiyor
Güneşi batmadan saçlarının
Bir dolunay doğuyor bakışlarından
Gün boyu senden bir meltem esiyor yanan alnıma
Uykusuz gecelerim seninle apaydınlık
Başım dönüyor, of başım dönüyor yaşamaktan
Ölebilirim artık
Ölme diyorsan; gitme kal öyleyse
Sarıl sımsıkı, tenim ol, beni bırakma
Baksana; parmak uçlarım ateş
Lavlar fışkırıyor göz bebeklerimden
Hadi gel, tut ellerimi, benimle yan
Benimle meydan oku her çaresizliğe
Benimle uyu, benimle uyan
Birlikte varalım on üçüncü aylara

Piraye İçin Yazılmış Saat 21 Şiirleri – 23 Eylül 1945 / Nazım Hikmet Ran

O şimdi ne yapıyor
şu anda şimdi, şimdi?
Evde mi, sokakta mı,
çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı?
Kolunu kaldırmış olabilir,
– hey gülüm,
beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi!…- 
O şimdi ne yapıyor, 
şu anda, şimdi, şimdi?
 
Belki dizinde bir kedi yavrusu var,
 
okşuyor.
 
Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir,
 
– her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren
 
sevgili, canımın içi ayaklar!…-
 
Ve ne düşünüyor
 
beni mi?
 
Yoksa
 
ne bileyim
 
fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi?
 
Yahut, insanların çoğunun
 
neden böyle bedbaht olduğunu mu?
O şimdi ne düşünüyor, 
şu anda, şimdi, şimdi?…
 

EYLÜL SONU / YAHYA KEMAL BEYATLI

Günler kısaldı… Kanlıca’nın ihtiyarları
Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları.
Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa…
Yazlar yavaşça bitmese, günler kısalmasa…
İçtik bu nâdir içki’yi yıllarca kanmadık…
Bir böyle zevke tek bir ömür yetmiyor, yazık!
Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor;
Lâkin vatandan ayrılışın ıztırâbı zor.
Hiç dönmemek ölüm gecesinden bu sâhile,
Bitmez bir özleyiştir, ölümden beter bile.

Eylül Sabahının Serinliğini / Ataol Behramoğlu

Eylül sabahının serinliğini
Yaprakların serinliğini
Ciğerlerime dolduruyorum
Sessizlik ve serinlik
Birleşiyor
Yıkanmış güvercinler
Ve çok uzakta bir tren sesi
Her zaman yeniden başlamak duygusu
Doğuyor içimde
Her uyanışımda
Düşmanlarımı bağışlıyorum
Daha çok seviyorum dostlarımı
Her uyanışımda
Eylül sabahının serinliğini
Yaprakların serinliğini
Yüreğime dolduruyorum

14 Ağustos 2014 Perşembe

Bir Sufinin Romanı:Gezgin

Gezgin,  Endülüslü büyük mutasavvıf Muhyiddin-i Arabi‘nin kendi ruhunda yaptığı ve bereketli bir ömre yayılan manevi gezisinin hikayesi. Sadık Yalsızuçanlar tarafından kaleme alınan kitabı birkaç kez elime alıp bitirememiştim fakat nihayet yeniden başladım ve bitirdim. Bazı kitaplar vardır, yine okumak istersiniz. Gezgin de benim için onlardan biri.

gezgin

Şeyh-i Ekber olarak anılan Ibn Arabi, 1165 yılında bugünkü İspanya’ya bağlı Endülüs’de doğmuş, hayat boyu süren yolculukları O’nu, Mısır, Mekke, Konya gibi yerlere götürmüş ve nihayetinde 1239 yılında Şam’da Kasiyyun Dağı’nda vefat etmiştir. Yavuz Sultan Selim, Şam’ı fethettiğinde kabrini ortaya çıkartmış ve oraya türbe ve cami inşa ettirmiştir.

Vahdet-i Vücud (Varlığın Birliği) öğretisiyle yüzyıllardır tartışmaların odağında olan büyük mutasavvıf ömrü boyunca yaklaşık 500 esere imza atmış. Bazı fıkıh ve kelam alimlerince çokça eleştirilmiş fakat tasavvuf yolundaki sufilerce “Şeyh-i Ekber (En büyük şeyh) olarak anılmıştır.

En bilinen eserleri Füsus-ul Hikem (Hikmetlerin Özü) ve Fütuhat-ı Mekkiye (Mekke’nin Fetihleri) dir.  Eserlerinin anlaşılması zor olduğu için konuyu bilmeyenlerce okunmaması, şerhlerinin okunması tavsiye edilmiştir.

Muhyiddin-i Arabi hakkında bilgi edinmek isteyenler için konunun uzmanlarından Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç’ın Şeyh-i Ekber: İbn Arabi Düşüncesine Giriş kitabını tavsiye edebilirim.

seyhiekber

Yazarın yıllar süren araştırmaları sonucu ortaya çıkarttığı Gezgin, seyahatleri boyunca başından geçenleri ve tabii bu arada kitaplarındaki bilgileri de içeriyor. Yazarın konuya hakimiyeti, orijinal eserlerinde anlamamızı güç kılan ifadeleri günümüz Türkçesine veciz bir şekilde aktarabiliyor. Tasavvuf, Ibn arabi ve İlahi Aşk konularına meraklı kişilerin kaçırmaması gereken bir kitap diye düşünüyorum.

Kitabın 25. bölüm 78. sayfasında Şam’daki bir sohbette anlattıklarını buraya aktarıyorum:

“Merkezde İlahi Zat vardır. O, aynı zamanda Sırların Sırrı, bilinmezlerin bilinmezidir. Sonra Ehadiyet gelir, bu birliğin ilkesidir; ardından Vahidiyyet gelir, bu da çokluk içindeki birliktir. Sonra Allah’ın adları ve nitelikleri gelir. ‘Ol’ der ve murat ettiğinin modeli yaratılır. Sonraki daire bizim gibi varlıklardır. Varlık, insanın çıkması gereken açık arınma alanıdır, yani insanın kendini aşması. Bu gizli olmamalıdır. Bilmek, gerçeğin içinde durabilmedir. Hakikat burada varlığın açılmasıdır. Varlığın içi vehim, dışı hayaldir. Varlık, kendinden olursa varlıktır. Bir başkasına muhtaç olan varlık hayalden başka ne olabilir? Yani biz sanırız ki, bu alem kendi başına buyruk, kendi kendine oluşmuş bir gerçektir, mutlak gerçekten hariç bir varlıktır. Oysa hiç de böyle değildir. Bilelim ki, biz de bir hayaliz, algıladığımız her bir şey ve ‘bu ben değilim’ dediğimiz her bir nesne de bir hayaldir. Allah, ancak karşıtlıklar bir araya getirilince bilinir. O, hem öncesizdir hem de sonrasız. Hem içtir hem de dış. O, dış olarak beliren içtir, iç olarak beliren dıştır, öncesizliğiyle sonrasızdır. O’nu O’ndan başka kimse göremez. ve O’nun kendisine perdeli olduğu kimse de yoktur. O, kendini kendine izhar eden Zahir’dir. O, kendini kendine perde kılan Batın’dır. Dış, ‘ben’ dediğinde iç bunu yalanlar. İç, ‘ben’ dediğinde dış bunu yalanlar. Ve bu her karşıt çift için aynıdır. Her durumda konuşan ‘Bir’dir ve O’nu dinleyenin de aynıdır. Bu, Elçi(s)’nin ‘ve benliklerinin onlara anlattıkları’ sözüne dayanmaktadır. Apaçık olarak burada benlik, hem konuşan ve hem de konuştuğunu işiten ve söylediğini bilendir. Bunda farklı yönlere bürünmesine rağmen Hak, birdir. Hiç kimsenin bunu bilmemesine imkan yoktur. Çünkü herkes, Hakk2ın bir sureti olması bakımından bundan haberdardır.”

31 Temmuz 2014 Perşembe

9 Adımda Evliliğinizi Cehenneme Çevirin

Evliliğimizi cehenneme çevirmek  ve sinir hastası olmayı garantilemek için yapılması gerekenler nelerdir? Nasıl hareket edelim de mutsuz bir evliliğe yelken açalım?

Tabii ki hiç kimse bunu istemez. Hepimiz mutlu bir yuva düşüncesiyle harekete geçiyor ve evleniyoruz. Farklı aile ve kültür ortamında yetişen iki yabancı insanın bir araya gelip aynı evi ve hayatı paylaşması pek de kolay değil. Büyüklerimizin bunu başardığını görürken özellikle son yıllarda artan boşanmalar, bazı şeylerin yanlış yapıldığının göstergesi.

Şimdi 9 adımda evliliğimizi nasıl cehenneme çevireceğimize bakalım:

1- Eşinizi Değiştirmeye Çalışın

Bazı beğenmediğim huyları var ama evlenince değiştiririm nasıl olsa…. demeyin sakın. İnsan, kendi istemedikçe değişmiyor, boşuna yorulmayın.

people-dont-change

2- Birbirinize Zaman Ayırmayın

İş,arkadaş ve çocukların tüm zamanınızı almasına izin vermeyin. Sağlıklı bir ilişki için eşlerin birbirine vakit ayırarak iletişimde bulunmaları gerekiyor. (İsteyen zaman yönetimi eğitimleri alabilir)

zamanayırın

3- Aşırı Kıskanın

Eşinizi aşırı kıskanarak hayatı ona zindan edin, seviyorsunuz nasılsa.

4- Hiç Kavga Etmeyin

Kavga gürültü istemiyorum, böyle iyi gidiyor, problem de gözükmüyor zaten!!

Oysa uzmanlar ara sıra kavga etmenin sağlıklı bir ilişki için gerekli olduğunu söylüyor.

kavga

5- Hiç bir Hobi Edinmeyin

Çiftler farklı hobiler edinerek yaşamını zenginleştirebilir. Hobilerin sağlıklı ilişkilerde önemli etkisi olduğu bir gerçek.

hobi

6-Kavga Edince Yatağınızı Ayırın

Asla yapılmaması gereken bir davranış. Kavga sonrası içinizdeki kötü duyguları sürdürmemek için yatağınızı ayırmayın.

yatağınızı ayırmayın

7- Ortak Karar Almayı Asla Düşünmeyin

Ailenizi ilgilendiren konularda birlikte kararlar alın ve sonra pişman olmayın.

ortakkarar

8- Başkalarının Yanında Eşinizi Kıyasıya Eleştirin

Asla ve asla yapılmaması gereken bir hareket. Kavga ve eleştirilerinizi mutlaka baş başa yapın ve eşinizi başkalarıyla kıyaslamayın.

eleştiri

9-Her şeyin Mükemmel Olmasını Bekleyin

Mükemmelliyetçi insanların hem kendilerine hem de çevrelerine zarar verdiklerini unutmayın. Hiç bir şey mükemmel değildir.

mükemmelliyetçi

…….

Son söz niyetine;

Modernizmin bizlere dayattığı hız ve haz peşinde koşan bir hayat, beraberinde mutsuzlukları da getiriyor. Reçete çok uzakta değil, bizden bir önceki kuşak olan büyüklerimizde!!!!




5 Aralık 2011 Pazartesi

Ben, Ego, Aşk

Ego & Aşk

“Cehennemin baş meleği ” Mâlik”, cennetinkiyse ” Rıdvân “dır. Rıdvân ismi, ” Rıza ” kelimesinden gelir.”

Ben ben diyen insan bu dünyada cehennemini yaşıyor zaten,  Rabbinden gelene razı olan ise cennet halinde. Büyükler de şöyle demiş; “bu dünyada cenneti bulamayan öbür tarafta hiç aramasın.”

Yukarıdaki resim, çok hoşuma gitti, işi özetliyor aslında. Ego ve aşk arasında ters orantı var. Ego artınca aşk, güzellikler azalıyor, egomuzdan kurtulabildiğimiz ölçüde de aşka yaklaşıyoruz.

Etrafıma ve kendime bakıyorum, egomuzun esiriyiz; benim arabam-malım-mülküm vs. Böyle dedikçe zaten en ufak bir sıkıntıda hemen yıkılıyor ve cehennem halini yaşıyoruz. Oysa, benliğimizi azaltsak, iyi-kötü herşeyin O’ndan geldiğinin künhüne varsak cennet halini yaşayacağız.

Rabbim sonumuzu hayreylesin, vesselam.

13 Nisan 2010 Salı

11 Eylül 2005 Pazar

Aşk İmiş Her Ne Var Alemde!

Aşk İmiş Her Ne Var Alemde! (Bir askerlik yazısı)
Bugün kisa devrelerim ile birlikte çarsidayiz ve piknik yapacagiz. Bu ay sonu buradan cikiyorum. Safak 18 oluyor sanirim. Sifayi kaptim, 6 ay boyunca burda hiç hastalanmadim ama ani hava degisikliklerinden etkilendim simdi.
Yavas yavas kopmaya basladim, haberci odasinda pek fazla durmamaya basladim, sagda solda vakit öldürüyorum.
Kendi adima zorlu bir askerlik yapmadim diyebilirim. 3-4 ay önce gece 2-4 nöbetini tutarken aklima hep güneydogudaki askerler gelirdi, onlar simdi ne yapiyor, ne düsünüyor, sevdikleri endise içinde. Elleri tetikte, kalpleri sevdiklerinde. Zor gerçekten. Eger sivilde geceleri rahat uyuyabiliyorsak bu, asker-polis vs. kolluk kuvvetleri sayesindedir. Allah ordumuza zeval vermesin. Bu kendini bilmez Imrali’dan yönetilen teröristler, 3 Ekim tarihine yaklastigimiz bugünlerde yine azittilar. Bugüne kadar hep söylenir: güneydoguya devlet hiç yatirim yapmamis diye. Oysa bir karadenizli olarak bölgemin Cumhuriyet tarihinden bu yana yatirim fakiri olduguna hem ben sahidim, hem de istatistikler bu yönde. 30 yildir Trabzon sehir içi trafigini rahatlatacak diye bir Tanjant Yolu projesi gündemde. Rahmetli babaannem dermis, burdan yol geçecek ve bizim ev yikilacak diye. Bu yol ben askere gelirken devam ediyordu, nihayet geçen ay bitirilmis. Bir sahil yolu projesi var, Samsun-Sarp arasi. Kiyilar mahvedilerek deniz doldurularak yol yapiliyor, seneye bitecekmis. Bakalim bittiginde denizin intikami nasil olacak? Içine doldurulanlari ne zaman kusacak? 1937’de Atatürk, Trabzon’u demiryolu ile Erzurum ve Samsun’a baglamak gerektigini söylemis, kemikleri sizliyordur herhalde. Bu liste böyle uzayip gidiyor ama bizim bölgenin insani niye daglara çikmadi? Demek ki sadece ekonomik problemler degil bu olaya sebep: yurtiçi-yurtdisi odaklar ve geçmisten gelen hadiseler….
Bizim Karadeniz’e de sizma çalismalari var ama agzinin payini aldilar. En son Maçka’da yasanan olay, Karadeniz’e inme çabalarinin kolay olmayacagini, halkin bu ise destek vermeyecegini anlamalarina yardimci olmustur sanirim.
Bu aralar İskender Pala‘nin “Kitab-i Aşk” isimli denemelerini okuyorum. Modernitenin insanlari ve asklari ne hale soktugunu çok iyi anlayabiliyorsunuz.
” Aşk imiş her ne var alemde
İlim bir kil-u kâl imiş ancak..”
Fuzuli

Nietzsche’den Hayat Dersleri: Güçlü, Özgür ve Anlamlı Yaşamak Üzerine

  Nietzsche’den Hayat Dersleri: Güçlü, Özgür ve Anlamlı Yaşamak Üzerine