ramazan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ramazan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Eylül 2010 Perşembe

İçimden Dökülenler

İçimden Dökülenler…(2010 tarihli bir yazı)

Canım sıkkın. Bazı sebepleri var fakat herşeyi burda yazamıyorum. Eskiden, blog başlamadan, içimdekileri kağıtlarla paylaşırdım ve sonra yakar-yırtardım, o zaman daha iyiymiş. Aslında düşününce ve etrafa bakınca sağlıklı olmak her şeyden daha önemli ama insanın beklentilerinin yerlere serilmesi üzüntü vermiyor değil.

İçimden Dökülenler
İçimden Dökülenler

Bu Ramazan da hiç iyi geçmedi benim için. Bir önceki yazıda da belirttiğim gibi hipoglisemi peşimi bırakmıyor. İlk beş gün oruç tutabildim, o da yerlere serilerek. Daha sonra dayanamadım ve tutmadım. Ara öğünlerle desteklememe rağmen yine de çok kötü yapıyor beni. Bayramdan sonra yine bir doktor ve sonrası düzenli bir diyet tarzı yemek şekline başlayacağım.
İnsan oruç tutmayınca Ramazan’ın maneviyatını ve ruhunu anlayamıyor. Oruç, başlı başına büyük bir hadiseymiş, şimdi anladım. 6 saat sonra bayram namazı var fakat önceki senelerdeki gibi huzur ve sevinç yok içimde. Yok tabii, oruç tutamadık ki. Maneviyat da çöküntü içinde…Bilmiyorum, Rabbim hayırlısını nasip etsin, bu sene böyle oldu. Oruçla ilgili yazılarda gönül orucundan bahsedilir, bu olmadan sadece aç kalmak maharet değil. Biz orda da sınıfta kaldık, Allah riyadan da saklasın, vesselam.
Bayramda Ankara’dayız, memlekete gidemedik, bozkırı bekleyeceğiz. Şöyle kendimi denize bırakmak geliyor içimden ama olmuyor. Gerçi kafan doluysa nereye gidersen git huzuru bulamıyorsun.
Çok karamsar bir yazı oldu bu, ama içim böyle ne yapabilirim ki? Önce herkesin bayramını kutlayalım ve son sözleri söylerek bu yazıyı da kapatalım:

Deme niçin şu şöyle
Yerindedir ol öyle
Var sonunu seyreyle
Görelim Mevla neyler
Neylerse güzel eyler.

21 Ağustos 2009 Cuma

Ramazan ve Mevlana

Çok şükür yine bir Ramazan’dayız. Nefsimizin aşırılıkları ve şımarıklıkları biraz azalır inşallah.
İki haftadır memleketteyim, bu hafta sonu dönüyorum. Gezdik dolaştık, bir iki kitap okuduk, şimdi de oruç ayındayız. Oruç deyince Mevlana’nın sözleri çok farklı oluyor, daha önceki bir yazımızda bu sözlerden bahsetmiştik, şimdi de Divan-ı Kebir‘inden birkaç söz alalım bu satırlara:

-Ramazan geldi; aşk ve iman padişahının sancağı erişti! Artık maddî yiyeceklerden elini çek! Çünkü, göklerden manevî rızık geldi ve can sofrası kuruldu!
-Can, bedenin hantallığından kurtuldu; tabiatımızın isteklerinin eli bağlandı! Aşk ve iman ordusu geldi, sapıklık ve imansızlık ordusunu kırdı geçirdi!
-Bir bakıma oruç, bizim kurtuluşumuzun kurbanı sayılır; bizim canımız, onun yüzünden dirilik elde edecektir! Mademki gönül evine misafir olarak can geldi, onun uğruna bedenimizi tamamıyla kurban edelim
-Sabır, hoş bir buluttur; ondan, hikmet, manevî lütuflar yağar! Bu sebeptendir ki, Kur’an-ı Kerim de bu sabır ayında nazil olmuştur!
-Bizi kötü işler, günahlar işlemeye teşvik eden kirli nefsimiz, arınmaya, temizlenmeye muhtaçtı! Ramazan gelince, günah zindanının kapısı kırıldı; can, nefsin esaretinden kurtuldu, miraca çıktı, sevgiliye kavuştu!
-Bu mübarek ayda gönül de boş durmadı; ümitsizlik perdesini yırttı, göklere uçtu! Can, zaten bu kirli dünyaya mensup değildi, meleklerdendi; onlara ulaştı!
-Ramazan günlerinde sarkıtılan merhamet ipine sarıl da, şu beden kuyusundaki hapisten kendini kurtar! Yusuf aleyhisselam kuyunun ağzına geldi, seni çağırıyor; çabuk ol, vakit geçirme!
-İsa aleyhisselam isteklerden, beden eşeğinin arzularından kurtulunca, duası kabul edildi! Sen de nefsanî isteklerden temizlen, elini yıka! Çünkü, gökyüzünden manevî yemeklerle dolu sofra geldi!
-Haydi, elini ağzını yıka; ne yemek ye, ne iç, ne de söyle! Hakikate erdikleri, Hakk’ı buldukları için susup duran ermişlere gelen mana sözlerini, mana lokmalarını ancak Şems-i Tebrîzî’nin himmeti ile bulabilirsin!

16 Eylül 2008 Salı

Oruç Üzerine Düşünceler

Oruç Üzerine Düşünceler

Ramazan’ı yarıladık, geldi geçiyor bu sefer de, her zamanki gibi…Ömrümüzün tükendiği gibi. İlk günler susuzluğun verdiği hararetle geçti, dilim damağıma yapışmış vaziyette dolaştık durduk, zalim nefs “nasıl tutacaksın bu sıcaklarda orucu” derken ona kulak asmadık çok şükür, zaten hiç boş durmuyor ki. Normal günlerde 3-4 saat aç kalsam kan şekerim düşer ve yerlerde sürünürdüm, oysa oruçlu iken hiç de bir şey olmadı-olmuyor, demek ki iş maddi düzlemde değilmiş sadece. Allah insana manevi bir kuvvet de veriyor, “sen benim için yeme-içmeden kesilirsen ben de sana yardım ederim diyor” herhalde.

oruç üzerine
Oruç Üzerine Düşünceler

Oruçlu insanların iftara yakın saatlerde yüzlerindeki dinginliği-saflığı-hoşluğu görmek çok hoşuma gidiyor. Ramazan’da uyku düzenleri- yemek düzenleri bozuluyor fakat bunun güzelliği ayrı. Hele sahur için kurulan saatler, baygın gözlerle kalkış ve sonrasında silkiniş, birkaç şey atıştırıp sabah ezanını bekleyiş, ezandaki “namaz uykudan hayırlıdır” sözünü duyunca diğer günlerdeki tembelliğime hayıflanış, namazın kılınışı, uyuyan çocuklarıma bakış ve sonrasında uykunun kollarına kendimi bırakışım…. Başka hiçbir ayda-zamanda bunları yaşayamıyorum, sabahlara kadar oturduğum oluyor fakat hiç de böyle hissetmiyorum. Gün içinde atmosferdeki manevi havayı çok hissedemesem de iftara yakın saatlerde insanların koşturması, bir telaş eve yetişmeye dair, bir neşe ki sormayın.
Ramazan aslında Kuran ayıdır, bu ayda inmiştir Kuran. Bu ayda daha da çok okunmalı, aslı-meali-tefsiri. Peygamberimiz(s) ve hayata bakışı tekrar gözden geçirilmelidir. Bazen dilim sürçüp de kötü sözler söyleyince O’nun(s) ” oruçlu iken kötü konuşmayı bırakmayan boşuna aç durmasın” mealindeki sözleri aklıma geliyor, utanıyorum.
Ramazan aslında kendimizle hesaplaşma ayıdır. Napıyoruz, nasıl gidiyor hayatımız, ne oluyor, nedir bu hır-gür, nereye kadar bu telaş? Biraz da düşünüp kendimize çeki düzen verme vakti gelmemiş midir? Kötü huylarımızı ne kadar yontabildik, insanlara ne ölçüde faydalı olabildik, eşimize-dostumuza neler yapabildik….bu liste uzuyor, kendi açıma baktığımda pek fazla da ilerleyemediğimi görüyor ve üzülüyorum. Oysa dünden daha ilerde olmalıydık bugün.
Oruçlu iken orucun son demlerinde Afrika’daki açlıktan ölen insanları iyiden iyice düşündüm bu sene. Önceki yıllarda aklıma gelirdi ama bu sefer farklı oldu. Ben birazdan bu halden kurtulup önümde hazır bulunanları yiyecektim ama onların bu şansı yoktu ki. Aklıma hep aç bir çocuk ve karşısında duran akbaba fotoğrafı geliyor. Kendi çocuklarımı düşünüyorum, değil açlık, onlara istediği-ihtiyacı olan şeyleri alamamak bile bir anne-baba için ne kadar hüzün verici bir durumken onlar bunlardan mahrum kalıyor.
Hırslarımız ve ihtiraslarımızın da orucunu tutabiliyor muyuz acaba? Bir an şöyle kendimize dönüp ne yapıyorum diyebiliyor muyuz? Nedir bu tantana, senin nefsin hiçbir şekilde doymaz bunu bilmiyor musun? Hep daha fazlası, hep daha fazlası. Ruhlar kadar bedenler de yoruluyor bu hengamede. Oysa burada ne kadar kalacaksak o kadar ilgilenmeyecek miydik dünyayla?
Aslında bu yazı Mevlana Hz’lerinin oruçla ilgili sözlerinden ibaret olacaktı fakat olmadı, o da bir sonraki yazıda olsun…

2 Eylül 2008 Salı

Ramazan ve İlk Heyecan

Ramazan ve İlk Heyecan

Dün iki heyecanı birlikte yaşadık. Ramazan’ın gelişi ruhlarımıza şifa olur inşallah. Hiçbir zaman Ramazan ayındaki o manevi havayı başka birşeyde bulamıyoruz. Bir de kızım anaokuluna başladı. Normalde okullar haftaya açılıyor fakat anaokulu ve 1. sınıflar için bir hafta öncesinden alıştırma dönemi başlıyor. İyiki de yapılıyor.. Dün, kızım gibi birçok çocuğun ağlayıp sınıftan çıktığına şahit olduk. Yarın düzelir inşallah 🙂 Bu ilk hafta günde 2 saat okula gidecekler.
Okula gidince, insan kendine ait anılara gömülüyor. Gerçi ilkokuldan birkaç sahne aklımda ama yine de o ilk heyecanın verdiği mutluluk bir başka.
Bu arada yaklaşık 2 ay Kars-Ardahan çevresinde dolaştım. Otellerde bu kadar uzun kalmamıştım bugüne kadar. Ankara’yı hiç bu kadar sevmemiştim :p
Bu arada oğlumuz da büyümekte. Ondaki saflık, ondaki güzellik bu dünya üzerinde hiçbirşeyde yok herhalde. Sabahları erken uyanıp kendi kendine birşeyler mırıldanıyor…Küçük bir sevgi gösterinize anında karşılık veriyor vs…
Sahura az kaldı, biraz uyumam lazım, vesselam…

28 Eylül 2007 Cuma

Ramazan Geldi Gidiyor..

Ramazan Geldi Gidiyor..

Ramazan tüm güzelliğiyle hayatımıza girdi yine, geldi de geçiyor zaten. Ankara’nın sıcakları, o aklımda yer eden, kış aylarında tutulan oruçları,soğuk havada sıcak pideye sarılışımızı, günleri ve nihayet bayramları yağmurlu geçen Trabzon Ramazanlarını.. aratmıyor değil. Lakin her gelen gün, beraberinde yenilik ve güzellikleri de getiriyor. Yaz aylarında oruç tutmadığım için biraz değişik geliyor galiba…

Geçen gün İstanbulda idik. İki gün kaldık. Geçen seneki Ramazan yazısında da bahsetmişim (ve yine İstanbul’a gitmişim): orda oruçlu olduğumu anlayamıyorum nedense. Bu sene de öyle oldu, biz bir avuç oruç tutan azınlık gibiydik. Son günlerin moda deyimiyle bu sefer “mahalle baskısı” bizim üzerimizdeydi sanki 🙂 şaka tabii, kimsenin kimseye birşey dediği veya ima ettiği yok fakat şahsen Trabzon gibi küçük bir yerde doğup büyüyen ve o yerin kültürüne aşina biri olarak bu büyükşehirlerde Ramazan’ın o ruhlara rahatlık ve güzellik veren esintisini hissedemiyor ve üzülüyorum…Her neyse..

İstanbul’da iftar için Anadolu Kavağı’na gittik arkadaşlarla. Ortalıkta kimsecikler yok. Arkadaşın biri bana uzaktan ismimle hitap etti ve benim kısa süren şöhretim başladı: restoranlara müşteri çekmek isteyenler beni ismimle kendi mekanlarına çağırıyorlardı :)) Önce anlamadım, nerden adımı biliyorlar falan derken olayın iç yüzünü anladık. Şöhret güzel şey değilmiş nitekim:))

Ordaki sakin ve huzurlu yemeğimiz bize iyi geldi.
İstanbul’a her gidişimde Eyüp Sultan’a uğramak istiyorum, fakat bu sefer de bu isteğimi gerçekleştiremedim. Nasip değil herhalde. Bu Ankara’da İstanbul’daki o birçok türbeden maalesef yok ama bizim de Hacı Bayramımız var, başka da bilmiyorum açıkçası. Arkadaşlarla türbe ziyaretiyle ilgili tartışmalarımız oluyor, bazıları karşı çıkıyor. Elbette ordaki şahıstan yardım dileyecek-çaput bağlayacak halimiz yok fakat kendimce o tür yerlere gittiğimde oranın müthiş manevi havasından etkilenmiyor değilim. Ve bu yüzden elimden geldiğince o Allahın nazlılarını ziyaret etmek istiyorum.
Son olarak, bu aralar elime M.Nuri Gençosman’ın çevirisiyle Muhyiddin-i Arabi’nin “Füsus-ul Hikem(Hikmetlerin Özü)” isimli kitabını aldım. Belki daha önce bahsetmişimdir, yaklaşık 5-10 yıl önce de elime almıştım fakat konunun ve çevirinin ağır olması nedeniyle bırakmıştım. Bu sefer bırakmaya niyetim yok. Zaten geçen yıl Ahmet Y. Özemre’nin müthiş çevirisiyle Toshihiko İzutsu’nun “İbni Arabi’nin Füsus’undaki Anahtar Kavramlar” isimli kitabını okumuştum. Bu arada İbni Arabi’nin 76 yıllık ömründe beşyüze varan eser yazdığını ve tasavvufla ilgilenenlerin mutlaka başvurması gereken bir kaynak olduğunu belirtmeliyim, vesselam..

30 Eylül 2006 Cumartesi

Ramazan,Mevlana

Hayırlı ramazanlar

Ramazan,Mevlana
Ramazan geldi, hoş sefalar getirdi. Ruhumuzdaki yılgınlığa bir nebze çare olur inşallah. İki haftadır İstanbul-Ankara arasında mekik dokuyorum. Pazartesi günü arabayla gittik tekrar. Hendek civarında yoğun yağmurdan dolayı küçük bir frende arabamız kaydı, bariyerlere çarptık, Allahtan arkadan araba gelmiyordu yoksa bu satırları yazamayacaktım. Mevlam korudu bizi, verilmiş sadakamız varmış.
Perşembe günleri TRT 2’de “Düşünce İklimi” isimli bir proram yayınlanıyor. Fırsat buldukça izliyorum, tavsiye ederim. Bu haftaki programda Ramazan konuşuldu. İmsak’ın “tutmak” iftarın “açmak” anlamına geldiğini öğrendim. Ramazan’ın toplumsal belleğimizde nasıl bir yer edindiğine değinildi.
İstanbul’da Taksim’deki bir otelde kaldık, iftar için bir lokantaya gidip beklemeye başladık. İftar saatinde dışarı baktım, herkes dışarda. Oysa Trabzon gibi küçük yerlerde iftar saatinde hiç kimseyi dışarda göremezsiniz, oruç tutan da tutmayan da iftardan sonra dışarı çıkar. Bu bana garip geldi, tabii orası büyük şehir milyonlarca insan var.
Ramazan gelince hemen herkes eski Ramazanları hatırlar, belkide çocukluğumuzda yaşadıklarımız aklımıza gelir, o günlerin ruhumuzda bıraktığı derin ve tatlı izleri hatırlarız. Niye geleceğe değil de hep geçmişe bakarız bu anlamda? Geçmişte yaşadığımız güzel anların gelecekte yaşanacak güzelliklere teminat veremeyeceği için mi, yoksa insanın elinde-belleğinde olana daha yakın oluşundan mı?
Son olarak Hz. Mevlana’nın Ramazanla ilgili birkaç sözüne yer vereyim:

–“Oruç ayına girdiğin zaman, o aya kavuştuğun için Hakk’a şükrederek, sevinerek, neşeli olarak gir! Çünkü Ramazanın gelişinden üzülenlere, gamlılara oruç haramdır. Onlar, oruca layık değillerdir.”
–“Sen vahdet denizinden ayrı düşmüş bir damla gibisin. Sen aslına nasıl ulaşacaksın? îste oruç, sel gibi, yağmur gibi seni alır, denize ulaştırır.”
–“Oruç, Allah’ın has kullarına Hz. Süleyman’ın saltanatını bağışlayan bir yüzüktür, yahut da taçtır. Onu ancak seçkin kullarının başlarına giydirir.”
–“Oruç, can gözünün açılması için bedenleri kör eder. Senin gönül gözün kör de, o yüzden kıldığın namazlar, yaptığın ibadetler sana o aydınlığı vermiyor, hakîkati göstermiyor.”
–“Sen, göklere çıkmak, Mi’rac etmek sevdasındaysan, şunu bil ki, oruç, senin önüne getirilmiş bir Arap atıdır.”

Nietzsche’den Hayat Dersleri: Güçlü, Özgür ve Anlamlı Yaşamak Üzerine

  Nietzsche’den Hayat Dersleri: Güçlü, Özgür ve Anlamlı Yaşamak Üzerine