Bilim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bilim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Kasım 2017 Çarşamba

Bilime Göre Mutluluk Hakkındaki En Büyük Bazı Yanlış Kanılar

Bu yazı Popular Science Dergisi’nde yeralıyor. Önce yazı, sonra kendi düşüncelerim…

Bilime Göre Mutluluk Hakkındaki En Büyük Bazı Yanlış Kanılar

Ayrıca bu konuda yapabileceğiniz gerçek şeyler…

Bazı insanlar mutluluğu küçük bir anda yaşanan his gibi görürler; eski arkadaşlarla yapılan bir sohbet, sıcak bir yemek gibi. Bazıları da onu çok derin bir şey gibi, bir tür aydınlanma gibi görürler.

Bilim insanları onu başka türlü görmeye eğilim gösteriyorlar. Yani şöyle, alçalıp yükselen, devam eden bir hal gibi; ancak, insanların hayatlarını nasıl yaşadığına dayalı olarak bunun kontrol edilebileceğini düşünüyorlar.

Mutluluğun bilimi hakkındaki en büyük bulgulardan bazıları, pek çok insanın sevinci nasıl bulacağı konusundaki fikirleriyle çelişiyor.

İşte o yanlış kanılardan bazıları.

1. Para mutluluğu artırır; ancak sadece bir noktaya kadar.

Daha yüksek maaş iyidir, ancak geniş bir araştırma hacminin öne sürdüğüne göre ille de mutluluğunuzu artırmaz. İlk zamanlarda yapılan bazı davranışsal ekonomi çalışmalarında, mutluluğun düzlüğe girmeye başladığı noktanın yılda yaklaşık 75.000 dolar maaş olduğu bulundu.

Takip eden çalışmalarda, belli bölgelerdeki hayat pahalılığına dayalı olarak benzer durağanlıklar bulundu. Örneğin ABD’nin Atlanta eyaletinde yaşayan biri, yılda aşağı yukarı 42.000 dolar kazandığı zaman mutluluğun zirvesine ulaşırken, New York’taki birinin bunun için 105.000 dolar kazanması gerekecek.

2. Mutluluk hediye vermekten gelir, hediye almaktan değil.

Bir bayramda veya doğumgününde gelen hediyelerin paketini açmak elbette eğlencelidir, fakat bilim, o hediyeleri satın alan ve paketleyen kişinin sizden daha fazla mutluluk elde ettiğini öne sürüyor.

2008 yılında yapılan bir çalışmada insanlar, kendileri yerine diğer insanlara para harcadıkları zaman mutluluk seviyelerinin fırladığını söylemişti. Bunu takip eden ve 2013 yılında yapılan bir çalışma ise, söz konusu bulgunun sadece Kuzey Amerika’da yaşayan insanlar için değil, 136 farklı ülkede yaşayan insanlar için geçerli olduğunu göstermişti.



Ayrıca bu yılın başlarında yapılan bir çalışma, cömertlik ve mutluluk arasında sinirsel bir bağlantı bulunduğunu göstermiş ve insanların aslında sosyal hayvanlar olduğu gerçeğini daha fazla pekiştirmişti.

3. Çok fazla seçme özgürlüğü, mutluluğu azaltabilir.

Psikolog Barry Schwartz, hiç seçenek olmamasından ziyade bazı seçeneklere sahip olmanın daha iyi olduğunu söylüyor. Ancak bu, daha fazla seçeneğin her zaman daha iyi olduğu anlamına gelmiyor.

Schwartz’ın yaptığı araştırmada bulunduğuna göre eğer insanlara çok fazla seçenek sunulursa, karar verme becerileri bir nevi kapanıyor. Bazı sinirbilim araştırmaları da seçim yapmanın yorucu olduğunu ve diğer bölgelerdeki algısal becerilere zarar verebildiğini göstermişti.

Bu bulgular, Northwestern Üniversitesi’nde sinirbilimci olan Moran Cerf’in, şaşırtıcı bir alışkanlığı benimsemesine yol açtı: Kendisi her zaman bir menüdeki günün yemeği listesinde ikinci maddeyi seçiyor ve gün içinde daha önemli seçimler yapmak için beyninde yer açıyor.

4. Daha uzun tatiller her zaman buna değmez.

Psikolog Daniel Kahneman, insanların aslında iki ayrı karakterden oluştuğunu yazmıştı: tecrübe eden karakter ve hatırlayan karakterden. Tecrübe eden karakter o anda yaşarken, hatırlayan karakter ise hayatın tadını geriye dönüp baktığında çıkarıyor.

Tatiller, birçok insan için mutluluğa giden nihai bilet olma özelliğini taşıyor ancak Kahneman, hatırlayan karakterin bakış açısından bakıldığında, iki haftalık tatillerin bir haftalık seyahatlere göre iki kat iyi olmadığını öne sürüyor.

Her günü farklı geçirmediğiniz sürece, anıların hepsi birbirine karışacak ve bunun için daha mutlu olmayacaksınız.

5. Kimse her zaman mutlu olmaya çalışmamalı.

Mutluluk hakkındaki büyük bir yanlış kanı da, bunun ulaşılıp sonsuza kadar elde tutulacak bir şey olduğu. Bilim, insanları bu zihniyeti reddetmeye çağırıyor ve bunun yerine, mutluluğu çok yönlü olarak görmelerini söylüyor.

Birbiriyle çelişen birden fazla mutluluk türüne sahip olmak mümkün. Örneğin kendinizi yeni bir kitap veya daha uzun vadeli diğer bazı hedefler üzerinde çalışmaya adadığınız için akşam yemeği davetlerini geri çevirmeye ihtiyaç duyduğunuz zamandaki gibi.

İnsanların mutluluğu en fazlaya çıkarması için, kötü zamanların nasıl göründüğünü bilmeleri gerekiyor gibi; bilim insanlarının bulduğuna göre dert çekmek, egzersiz yapılması gereken bir şey.

6. Kincilik, insanların mutlu olmasını gerçekten önlüyor.

Olumsuz duygularla başa çıkmak zordur ve birçok insanın kaçınmak istediği bir şeydir. Ancak yapılan çok miktardaki araştırmada, geçmişte yapılan kötülükler için diğerlerini (ve kendini) affetmenin, uzun vadeli stresi azaltmada ve psikolojik refahı iyileştirmede çok yararlı olabildiği keşfedildi.

2015 yılında yapılan bir çalışmada da kini bırakmanın, fiziksel gücün artmasına yol açabildiği bulundu. Birini affettikleri zamanı düşünen katılımcılar havaya zıpladıklarında, zıplamadan önce kin tuttukları bir zamanı düşünen katılımcılara göre daha yükseğe zıpladılar.

Kaynak: PopSci



——-Bir İki Ufak Ekleme——

Bazı insanlar görüyorum, büyük mutluluklar peşinde. Şöyle olsun böyle olsun ancak o zaman çok mutlu olacağım diyorlar. Oysa mutluluk dediğimiz şey ulaşacağımız nokta değil, aslında o yolculuğun güzel geçmesi. O yüzden, klişe olacak ama, küçük mutluluklar peşinde olmak her zaman daha iyi hissettirir.

Mutlu olmak için yarını beklemek, bir nehrin kenarında durup karşıya geçmek için nehrin durmasına benzer. O yüzden, şimdi….

Parayla mal mülkle mutluluk bir yere kadar gerçekten fakat paranın önemi büyük, hele bu çağda. Çocuğunun çok istediği bir oyuncağı veya yiyeceği -maddi sebeplerden dolayı- alamayan bir annenin neler hissettiğini düşünmek lazım.

Beklentileri minimuma çekmek. Biliyorum çok zor bu ama elimizden geldiğince bu yolda ilerlemeliyiz: “Umma ki, küsmeyesin” !

Sen mutlu ol ki, etrafına da mutluluk veresin. Kendini sevmeyen bir insanın başkalarını da doğru dürüst sevemeyeceğini düşünürsek mutluluk konusunda dış etkenlerden çok, önce kendimizden işe başlamamız gerekir.

Bencil olmayın. O kadar önemli ki, yaşanan birçok mutsuzluk veya iletişim kazalarında bencilliğin yeri çok fazla. Mutlu olmak için biraz da ben değil, sen demek lazım. Bunun ölçüsünü kaçırmamak lazım tabii. Yerine göre fedakar olmak lazım, diğergam olmak lazım. Çünkü manevi şeyler insanı maddi şeylerden daha çok mutlu ediyor…

22 Haziran 2015 Pazartesi

Kan Akışımızı ve Ses Dalgalarını Görüntüleyen Hareket Mikroskobu

Kan Akışımızı ve Ses Dalgalarını Görüntüleyen Teknoloji:

Hareket Mikroskobu (Motion Microscope)

Google’ın Araştırma Ekibi’nde çalışan Michael Rubinstein ve ekibi, Hareket Mikroskobu adını verdikleri muhteşem bir teknoloji üzerinde çalışmalarını yürütüyor. Çıplak gözle görülmesi mümkün olmayan hareket ve renklerdeki değişimleri videoya alan bu mikroskop, bildiğimiz mikroskopların aksine görüntüleri piksel bazında işleyerek kalp atım hızımızı ve damarlarımızdaki kanın akışını görünür kılıyor. Bunun yanında bir cips paketi üzerine yansıyan ses dalgalarının hareketini görüntüleyerek uzaktan o odadaki konuşmaları canlandırabiliyor.

Hareket Mikroskobu (Motion Microscope)
Hareket Mikroskobu (Motion Microscope)

Normal mikroskoplar nesneleri büyütmek için optikleri kullanırken hareket mikroskobu, bir video kamera ve görüntü işleme teknolojisi yardımıyla nesne ve insanlardaki en küçük hareketleri ortaya çıkarıyor. Bu da bizim dünyaya tamamen farklı bir gözle bakmamızı sağlayacak.

Derimiz altından kan akarken derimizin rengi çok hafif değişir ve biz bunu göremeyiz. Kalbimizin atım hızını da uzaktan çekilen bir video ile nasıl tespit edebiliriz? Bir insanın yüzüne bakınca duygu ve düşüncelerine paralel deri altından akan kanın değişimi görünse ne güzel olur? İşte bunları görebilir hale getiren bir teknoloji bu mikroskop. Bunun nasıl olduğunu Rubinstein şöyle açıklıyor:

Peki bunu nasıl yapıyoruz? Temel olarak, zamanla her pikselde kaydedilen ışıktaki değişimi analiz ediyoruz ve bu değişimleri hareketlendiriyoruz. Görebilmemiz için onları büyütüyoruz. İşin zor kısmı o sinyallerin, istediğimiz değişimlerin aşırı belirsiz olması. Bu yüzden, onları videolarda her zaman olan gürültüden ayırırken çok dikkatli olmamız gerekiyor. Bu yüzden, çok akıllı görüntü işleme teknikleri kullanarak videodaki her pikselin renginden kesin ölçümler elde ediyor ve sonra zamanla rengin değişim şeklini buluyor ve sonra bu değişimleri büyütüyoruz. Onları büyüterek bize bu değişimleri gösteren bu tür abartılı veya büyütülen videolar yaratıyoruz.”

Bunun yanında uzayda boşluğa savrulan ses dalgalarını bir şekilde toplayıp geri döndürerek sesin orjinaline ulaşmak da bu teknolojiyle mümkün. En çok hoşuma giden tarafı da bu zaten. Evrende kimsenin sesinin kaybolmadığını bir şekilde bu seslerin elde edilebileceği yıllar önce söylenmişti. Bu teknoloji geliştirilirse belki de tarihte yer alan ünlü şahsiyetlerin seslerine bir şekilde ulaşabiliyor olacağız.

Aşağıya Rubinstein’ın zevkle izleyeceğinizi umduğum TED konuşmasını ekliyorum. Video içinde kendi videolarınızı da benzer şekilde görüntüleyebilecek web adresi bulunuyor, aynı şeyleri kendiniz de yapabilirsiniz.

4 Mayıs 2015 Pazartesi

Türkiye Çevresel Radyasyon Atlası'na Göre Şehrinizin Durumu

Türkiye Atom Enerjisi Kurumu(TAEK) tarafından yapılan Türkiye Çevresel Radyasyon Atlası’na göre yaşadığımız şehrin toprak ve suyunda bulunan radyoaktivite/radyasyon değerlerini görebiliyoruz. Bu çalışma sonuçları aslında bugün ve gelecek adına çok önemli veriler içeriyor.

Türkiye Çevresel Radyoaktivite Atlası
Türkiye Çevresel Radyoaktivite Atlası

Çernobil felaketinden dolayı çevreye yayılan ve ülkemizi etkileyen radyasyon, nükleer silaha sahip ülkelerin nükleer bombaları denemesi ve bundan dolayı atmosfere yayılan radyasyon miktarı vb gibi durumlar toprakta ve suda ne oranda radyasyon olduğu sorusunu önemli kılıyor. Bir de son günlerde gündeme gelen Mersin Akkuyu ve Sinop Nükleer Santral kurulumları meselesi var ki, önümüzdeki yıllarda çevre nasıl etkilenecek, bu anlamda TAEK’in yaptığı çalışma istatistiki manada çok çok önemli görünüyor.

Bu arada çok karıştırılan radyasyon kavramını basitçe ikiye ayırmakta fayda var:

  • Hücreleri iyonize eden/ayrıştıran  iyonize radyasyon (Çernobil kazası sonrası)
  • Hücreleri iyonize etmeyen, tüm elektrikli cihazlardan ortaya çıkan iyonize olmayan radyasyon

Bu ikinci kısma evimizde, iş yerimizde kullandığımız tüm elektrikli cihazlar girdiği gibi baz istasyonları da girmektedir. Toplumda “baz istasyonları kanser yapıyor” şeklinde yanlış bir algının olduğunu hepimiz biliyoruz. Evimizdeki televizyondan, wifi modemden ne kadar kanser oluyorsak baz istasyonundan da o kadar oluruz diyebiliriz. Zaten bugüne kadar kanıtlanmış her hangi bir çalışma yok. Konuyu ayrı bir yazı olarak paylaşacağım için burada kısa kesiyorum. Radyasyonla ilgili daha fazla bilgi ve doğal ve yapay radyasyon kaynaklarını görmek için daha önceki bu yazıma bakabilirsiniz.

Türkiye Çevresel Radyoaktivite Atlası

2002 yılında TAEK ile Çevre Bakanlığı arasında imzalanan işbirliği sonucu 81 ilden toprak ve su numuneleri alınarak analiz çalışması yapılmış. Yüzey toprağındaki radyoaktivite ile içme ve kullanma sularındaki radyoaktivite seviyelerine ilişkin elde edilen veriler tüm Türkiye’de ilçe düzeyinde değerlendirilerek haritaya dökülmüş ve renklendirilerek atlas şeklinde sunulmuş. 2011 yılına kadar 923 ilçe merkezinden toplanan veriler analiz edilmiş ve sonuçları 2014 yılında yayınlanmış. Bu çalışma çevredeki doğal ve yapay radyasyon seviyelerindeki önemli değişimlerin tespit edilmesi, herhangi bir kaza sonrası radyoaktif kirlenmenin boyutlarının değerlendirilmesi ve tabii insan sağlığı ile çevre üzerindeki etkilerinin doğru bir şekilde belirlenmesi açısından gerçekten çok önemli bilgiler içeriyor.

Bu çalışmada topraktaki radyasyon miktarını ölçmek için 4 farklı radyonüklide bakılmış:

Ra-226 (Radyum)

Th-232 (Toryum)

K-40 (Potasyum)

Cs-137 (Sezyum).

Ra, Th ve K radyonüklidleri yeryüzünde doğal olarak bulunuyor. Cs-137 ise yapay bir radyonüklid ve nükleer silah denemeleri ile Çernobil Nükleer Santrali kazası sonrası atmosfere yayılıyor ve yağışlarla toprağa ulaşıyor. Bizim için en önemli kısmı ise 1986 yılında Çernobil kazası sonrası radyoaktif bulutun Türkiye üzerinden geçişi sırasında yağış alan bölgelerde Cs-137’nin halen gözlenmesidir!!!

Ölçüm sonuçlarını değerlendirebilmek için bu 4 radyonüklidin ortalama değerlerini bilmemiz gerekiyor. Birleşmiş Milletler Atomik Radyasyonun Etkileri Bilimsel Komitesi (United Nations Scientific Committee on the effects of Atomic Radiation – UNSCEAR) raporunda bu 4 radyonüklidin ortalama değerlerini ve TAEK’in çalışması sonucu bizde çıkan değerleri aşağıda veriyorum:

RadyonüklidTürkiye
Ortalaması
Dünya
Ortalaması
Radyum-22627,5632
Toryum-23232,6545
Potasyum-40439,93420
Cs-13712,03

Cs-137 Türkiye ortalamasını boş bıraktım, zira raporda böyle bir rakam göremedim, sadece bölgesel haritalar üzerinde bilgiler vardı.

Bu 4 değer için Türkiye ortalamalarını gösteren haritalar:

Türkiye Ra-226 Haritası
Türkiye Ra-226 Haritası

Türkiye Th-232 Haritası
Türkiye Th-232 Haritası

Türkiye K-40 Haritası
Türkiye K-40 Haritası

Türkiye Cs-137 Haritası
Türkiye Cs-137 Haritası

Bu sonuçlara göre Türkiye’de K-40 (potasyum) miktarında dünya ortalamasının üzerinde değerler var. Ra ve Th’de ise değerler daha düşük. Cs-137’nin coğrafi bölgelerimiz ve illerimiz açısından değerleri var. Bu değerlere bakıldığında Erzincan, Hakkari, Karaman, Artvin, Rize ve Trabzon illeri en yüksek değerleri almış. Cs-137’nin fiziksel yarı ömrü 30 yıl (1986–2016). Bu illerimizdeki yüksek Cs-137 değerini direkt kanserle ilişkilendiremeyiz. Kanserin bir çok sebebi var, sadece tek başına Cs-137 sorumlu tutulamaz. Bu konuda detaylı bilgiler veren Anılarla Çernobil Kazası ve Sonrası yazısını okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

Son olarak;

Türkiye Çevresel Radyoaktivite Atlası’nın Türkiye ve il il dağılımlarını gösteren haritalara ulaşmak için aşağıdaki linke tıklayabilirsiniz:

Türkiye Çevresel Radyoaktivite Atlası

18 Şubat 2015 Çarşamba

12. ODTÜ Robot Günleri Etkinliği

12.Uluslararası ODTU Robot Günleri, bu yıl 7-8 Mart 2015 tarihlerinde düzenleniyor. ODTÜ Robot Topluluğu tarafından her yıl düzenlenen etkinlik, 8 farklı kategoride robot yarışmalarına sahne oluyor.

ODTÜ Robot Günleri
ODTÜ Robot Günleri

Yarışmaların yapılacağı 8 farklı kategori ve detayları şöyle:

Arama & Kurtarma
Bu kategorideki amaç, iki robot arasında haberleşme sağlanarak, bir robotun diğeri tarafından temsili bir şekilde kurtarılması.

Sumo
Adını Japon “Sumo” kültüründen alan bu kategoride robotlar birbirlerini dohyo adı verilen pistten atmak için mücadele ediyor.

Çoklu Mini Sumo
Sumo kategorisine benzer şekilde takım arkadaşı olan robotlar haberleşerek diğer takım üyelerini pistten dışarı atmaya çalışıyor.

Mayın Tarlası
Robot, daha önceden yerlerini bilmediği mayınlarla(mıknatıs) döşenmiş bir pistte mayınsız noktaları tercih ederek yolunu çizmeye çalışıyor.

Labirent Çözen
Malum olduğu üzere labirentten en önce çıkabilen robot yarışmayı kazanıyor.

Çöp Toplayan

Bu kategoride robotlar, farklı renklerdeki çöpleri kendi renklerindeki kutulara atarak en yüksek puanı toplamak için yarışacak.

Çizgi İzleyen
Bu kategori robotları, siyah zemin üzerindeki beyaz çizgiyi veya beyaz zemin üzerindeki siyah çizgiyi takip etmeyi amaçlıyor.

Serbest
Serbest kategorisi robotlarının herhangi bir boyut veya ağırlık sınırlamasına uyma şartları yoktur. Bu robotların değerlendirilmesi her sene farklı üniversitelerden davet edilen Hocalar tarafından yapılmaktadır. Değerlendirme sırasında göz önünde bulundurulanlar otonomluk, yaratıcılık, günlük hayata uyarlanabilirlik gibi konulardır.

Robot teknolojisine olan hevesim hiç dinmediği için ülkemizde yapılan bu etkinliği önemsiyorum. Üniversite-Sanayi işbirliğinin önemi her zaman dile getirilmiştir, kalkınmamız için bu işbirliği şarttır. Aksi takdirde üniversitede yapılan bilim, kampüsten dışarı çıkmayarak teorik olarak kalacak ve sanayiye katkısı olmayacaktır. Son 10 yıldır ekonomideki gelişim, maalesef inşaat sektörüyle ilerliyor ama bunun sürdürülebilir olmayacağı aşikardır. Robot teknolojisi de bu anlamda sanayiye katkı sağlayacaktır. Dünyanın büyük şirketleri robotla ilgili teknolojilerinde epey ilerdeler. Belki onlara hemen yetişemeyeceğiz ama hiç olmazsa bu etkinlik bile ülkemizde amatör-profesyonel anlamda robot meraklılarını teşvik etme anlamında önemli.

Geçen yıl yapılan etkinlikle ilgili videoyu aşağıya ekliyorum.

7-8 Mart tarihlerinde yapılacak bu etkinliğe kaçırmayın derim.

ODTÜ Robot Topluluğu ile ilgili detaylı bilgi almak için bu adrese bakabilirsiniz. Projeler, dokümanlar ve eğitimler ilginizi çekebilir. Ayrıca yarışmayla ilgili de bu adresten bilgi alabilirsiniz.

18 Ocak 2015 Pazar

Bir Bebeğin Anne Karnındaki 9 Aylık Muhteşem Yolculuğu

Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRI) alanında yaptığı keşifle Nobel ödülü alan matematikçi ve yazılımcı Alexander Tsiaras, insan vücudunun esrarengiz yapısını incelerken “Döllenmeden Doğuma” ismini verdiği bir çalışma ile bizleri muhteşem bir yolculuğa çıkarıyor.

bebek
Bebeğin Anne Karnındaki 9 Aylık Muhteşem Yolculuğu

Ana rahmindeki bir damlanın akıl almaz bir şekilde bölünerek çoğalması ve 9 ay süre sonunda yaşamın en mükemmel canlısı insanın oluşumu, MRI cihazı sayesinde 3 boyutlu görüntülerle önümüze seriliyor. Aslında Alexander Tsiaras bir NASA projesi üzerinde çalışıyordu. Yapacağı işi şöyle açıklıyor : “İşim, NASA’nın astronotları derin uzay uçuşlarına hazırlarken sanal ameliyat gerçekleştirebilmesi için algoritmalar ve kodlar yazmaktı, böylece robotik bölmelerinden çıkmaları gerekmeyecekti. Üzerine çalıştığımız şeyin en büyüleyici yanlarından biri bizim yeni teknolojilerle tanışıyor ve onları kullanıyor olmamızdı, daha önce hiç görmediğimiz şeyler — yani sadece hastalık tedavisinde değil, vücutla ilgili görmemizi sağladıkları şeyler de sizi hayretlere düşürdü.” (Bilimin ne işe yarayacağını veya uzay çalışmalarına dökülen onca paranın bize nasıl katkı sağlayacağını düşünenlere güzel bir cevap sanırım).

9 dakikalık bu görsel şölende bebeğin oluşumunun yanı sıra kalp ve beyin gelişiminden de bahsediliyor. Zaten bir sonraki projeleri bebeklerin doğumdan sonraki beyinsel gelişimlerinin incelenmesi.

Bana en ilginç gelen bölümse 36. gün. Eğer fetüs 9 aylık süreçte bu hızda gelişmeye devam etseydi doğumda ağırlığı 1.5 tona ulaşacaktı!!! Kendisinin de itiraf ettiği gibi bu işte İlahi bir kudretin olmaması imkansız…

MRI ilginizi çektiyse daha önce yazdığım “Rüya ve Düşüncelerimizin Görüntülenmesi” yazısına da bakabilirsiniz.



12 Ocak 2015 Pazartesi

Interstellar (Yıldızlararası) Filminin Bilimsel Arkaplanı

Interstellar (Yıldızlar arası) filmi, 29 Ekim 2014 tarihinde vizyona giren yönetmenliğini Cristopher Nolan‘ın yaptığı son zamanların en güzel bilim-kurgu filmlerinden biri. Başrollerinde Matthew McConaughey, Anne Hathaway, Jessica Chastain ve Michael Caine yer alıyor.

Interstellar-Yıldızlar arası
Interstellar-Yıldızlar Arası

Uzayda yolculuk, teorik fizik ve kozmoloji konularına ilgi duyuyorsanız mutlaka izlemenizi tavsiye ederim. Film gerek içeriği, gerek görsel yapısı ve gerek de bilimsel altyapısı açısından oldukça ses getirdi. Ben de filmi beğendiğimi söyleyebilirim. Önce filmin tanıtım videosuna bakalım:

Filmin kısaca özeti şöyle:

“Zeka ve beceri kabiliyeti ilerlemiş olan Cooper, büyük mısır tarlalarını ekerek yaşamını sürdürmektedir. Hedefi 2 çocuğuna ileride güzel bir gelecek yaratmaktır. Birlikte yaşadıkları Dede Donald çocuklara bakarak sahip çıkarken, daha 10 yaşında olan Murph inanılmaz bir zekaya sahiptir. İlerleyen kuraklık ve ani iklim değişiklikleri nedeniyle dünyadaki yaşam her geçen gün zorlaşmaktadır. Geçmişte bıraktığı bilim araştırmalarına tekrar geri dönmek isteyen Cooper’un karşısına bir gün beklenmedik bir teklif çıkar. Derken yeni keşfedilmiş bir solucan deliği, tüm insanlık için yeni bir umut olacaktır. Buradan ilerleyip evrende boyut değiştirerek daha önce hiçbir insanın görmediği yerlere ulaşarak yeni yaşam yerleri araştırılmasına karar verilir. Bu bilim insanları, burada geçen 1 saatin dünyadaki 7 yıla denk geldiği bir yerdeyken çok daha hızlı ve cesaretli olmak zorundadırlar..”

Filmin başında kuraklığın ve iklim değişikliklerinin sebep olduğu dram ortaya koyuluyor. Teknoloji gelişmiş fakat artık sadece mısır yetiştirilebiliyor ve dünya gitgide yaşanmaz bir hal alıyor. Tabii haliyle uzayda koloni kurma fikri ortaya çıkıyor (Bu yazıda konuya değinmiştim). Aslında Amerikalılar bu konuya takmış durumda; Mars’a insanlı uzay uçuşları, ilk başta Ay’da koloni kurma vs vs. Bu filmde daha da öteye giderek normalde insan ömrünün yetmeyeceği uzaklıklarda yaşanabilecek gezegen arayışı ortaya çıkıyor. Filmde aşk var, kızından ayrılan bir babanın hazin öyküsü var ve bana göre en acıklısı da, uzay seyahatini gerçekleştirdikten sonra 10 yaşındaki kızının yanına 124 yaşında ama fiziken değişmemiş olarak gelen bir babanın yaşlanmış kızının ölüm anına denk gelmesi diyebilirim.

Filmi daha iyi anlayabilmek için birkaç info grafik eklemek istiyorum:

Interstellar Timeline
Interstellar Timeline

timeline-2

Filmin bilim danışmanı (ve aynı zamanda yapımcılarından olan) Kip Thorne ünlü bir fizikçi. Filmle aynı tarihte piyasa bir kitap çıkardı: The Science Of Interstellar (Yıldızlararası’nın Bilimi). Alfa Bilim dizisinden basıma hazırlanan bu kitapta filmdeki hemen her bir sahne anlatılmış ve açıklanmış. Kip Thorne’un danışmanlığında kurgulanan film baştan sona bilimsel kuramlara dayanıyor. Bu bilimsel kuramların ne olduğuna bakmak isterseniz İTÜ Fizik Mühendisliği’nden Doç.Dr. Kerem Cankoçak’ın kendi blogunda yazdığı yazıya bakmanızı öneririm. Yazıya bu linkten ulaşabilirsiniz.



7 Ocak 2015 Çarşamba

Dünyamızın Evrendeki Yerini Anlatan Çarpıcı 25 Görsel

Hala keşfedilmemiş yerleri bulunan ve bilebildiğimiz kadarıyla yakın uzayda insanoğlunun yaşayabileceği tek gezegen olan Dünyamız…Son yüz yıl içinde kendisini çok kirlettik. Teknoloji ve sanayideki gelişim, nüfusun hızlı artışı, dengesiz şehirleşme vb gibi sebepler ve tabii en önemlisi tabiattaki en vahşi yaratık olan insan, üzerinde yaşayabileceği tek gezegeni kirletmekte kararlı. Hem bu konuda ısrarlı, hem de bir yandan diğer gezegenlerde yaşam şansı var mı diye araştırıyor!! Nasıl bir ironi…

Bu konuyu ayrı bir yazı konusu olarak incelemekte fayda var. Bu yazıda ise sevgili dünyamızın güneş sistemimiz, galaksimiz ve evrenimiz içinde aslında ne kadar da küçük olduğunu görebileceğimiz çarpıcı görsellere bakacağız. Bu muhteşem sonsuzluk içinde iğne kadar yer tutmuyoruz aslında. Belki bu görseller, dünyadan büyük ve şişkin egolarımızın aslında boş olduğunu, uzay denince dünyanın bile hiç sayıldığını, hele hele insanın hiç bir şey etmeyeceğini anlamamıza biraz katkıda bulunabilir.

Bu uzun girizgahtan sonra şaşırtıcı görsellerimize geçebiliriz:

1. İşte Dünyamız, yaşadığımız yer.


2. Ve bunlar da güneş sistemimiz içindeki komşularımız


3. Dünya ve Ay arasındaki mesafe. Uzak değil sanki

4. Dünya ve Ay arasındaki mesafeye güneş sistemindeki tüm gezegenler sığabilir.


5. Yeşil leke gibi görünen yer Jüpiter üzerine konumlandırılmış Kuzey Amerika.


6. Satürn’ün halkalarına sığabilen 6 adet dünya..


7. Satürn halkaları dünya üzerinde olsaydı nasıl görünürdü?


8. Geçtiğimiz aylarda Rosetta‘nın indiği kuyruklu yıldız ile Los Angeles karşılaştırması.


9. Dünyamız ve diğer gezegenlerin Güneş ile karşılaştırması.


10. Ay’dan Dünyamızın Görünümü


11. Mars’dan Dünyamızın Görünümü


12. Satürn Halkalarından Dünyamız


13. 6 Milyar km ötedeki Neptün’den Dünyamızın görünümü


14. Güneş’in yanında dünyamız, ilginç değil mi?


15. Mars yüzeyinden güneşin görünüşü. Harika bir günbatımı!!


16. Dünyamız uzayda plajdaki bir kum tanesi gibi!!


17. Bizim Güneşimize oranla uzayda kat kat büyük güneşler var..


18. Güneş’ten 1 milyar kat daha büyük olan VY Canis Majoris !!

19. Samanyolu galaksimizde işte buradayız!


20. Fakat geceleyin gördüğümüz bu sarı daireden ibaret.


21. Başka galaksilerle karşılaştırıldığında bizim galaksi (Milky Way)nin hali. IC 1011 ile arasındaki mesafe 350 milyon ışık yılı (1 ışık yılı yaklaşık 10 katrilyon km)


22. Biraz daha büyük düşünürsek Hubble Teleskopu’nun çektiği bu fotoğrafta binlerce galaksi, içinde binlerce yıldız ve kendi gezegenleri…


23. Gece gökyüzünde gördüğümüz küçük bir parça. Aslında devasa bir sistem.


24. Bir de Kara delikler var. İşte dünya yörüngesi ve bir kara deliğin boyutu.


25- Bizim Güneş (Solar) Sistemimiz…


Gittikçe uzaklaşıyoruz…

Samanyolu Galaksimiz…


Uzaklaşmaya devam…


Biraz daha…


Neredeyse geldik 🙂


Ve sonunda geldik. Gözlemlenebilen evrenimiz ve içindeki yerimiz…Dev bir kavanozda karınca gibiyiz….

 

4 Ocak 2015 Pazar

NASA'nın Gözüyle 2014 Yılı Uzay Çalışmaları

2014 yılı, teknolojik açıdan bir çok ilerlemeye sahne olduğu gibi uzay çalışmalarında da önemli gelişmeleri içinde barındırdı. Aklıma ilk gelen kuyruklu yıldıza inen Rosetta aracıydı. Uzayda 10 yıllık bir yolculuk, müthiş bir matematik-fizik hesabı ve sonra kuyruklu yıldıza iniş. Rosetta haricinde de güzel gelişmeler oldu. NASA, yayınladığı bir yazı ile 2014 yılının NASA açısından nasıl geçtiğini anlatmaya çalışmış. Önce hazırladığı videoya bakalım, sonra kısaca gelişmeleri irdeleriz:

Mars’a Yolculuk

Mars’a yolculuk çalışmalarında önemli adımlardan biri 2014 yılında atıldı. Orion ismi verilen uzay aracı tamamlandı ve ilk testleri başarıyla gerçekleşti.

Orion Uzay Aracı
Orion Uzay Aracı

Orion’u öne çıkaran neydi? Yeni bir mühendislik, bilim ve matematikle Mars’a yapılacak uzay yolculuklarının daha kısa bir zamana indirgenmesi diyebiliriz. Orion’da bu güne kadar geliştirilmiş en güçlü fırlatma roketi olan Delta IV kullanıldı. Normalde 250 gün süren Mars yolculuğunun, Orion ile daha kısa bir zamanda gerçekleşmesi düşünülüyor çünkü Orion ile ilk insanlı Mars uçuşu hedefleniyor. Bu açıdan Orion, Nasa için çok önemli ve ilk testleri başarıyla geçmiş durumda.

Bununla beraber Nasa’nın SLS(Space Launch System) adını verdiği yakın dünya yörüngesi ve Orion gibi Mars’a uçuşlarda kullanılabilecek fırlatma sistemlerine de bu yıl başlanıldı ve ilk montajlar tamamlandı.

Nasa SLS
Nasa SLS

Yukarıda belirttiğim gibi Mars’a insanlı uçuşlarda daha güçlü roketlerin yapılması kaçınılmaz, aksi takdirde 8 ay sürecek gidiş yolculuğu astronotlar için uygun değil.

2014 yılı 21 Eylül tarihinde MAVEN (Mars Atmosphere and Volatile Evolution) isimli uzay aracı da Mars’ın yörüngesine başarıyla oturtuldu. (Detaylı bilgi için daha önceki bu yazıma bakabilirsiniz).

maven_mars_sunrise

Maven, insanlı Mars uçuşuna da hizmet edecek şekilde Mars atmosferinin incelenmesi görevini üstleniyor.

Mars’la ilgili son gelişme ise 2 yıl önce Mars’a gönderilen Curiosity isimli aracın yaptığı keşifler. Curiosity’nin gönderdiği bilgilerden en önemlisi metan gazı idi. Bilindiği üzere metan gazı, biyolojik canlılığın olduğu yerde çıkıyor. Ayrıca toprağı-kayaları delerek elde edilen bilgiler diğer organik moleküllere de işaret ediyor. Milyonlarca yıl önce Mars’da biyolojik canlıların olduğu düşünülüyor. (Curiosity ile ilgili daha önceki bu yazıma bakabilirsiniz).

Curiosity
Curiosity

Uluslararası Uzay İstasyonu

NASA, Uluslararası Uzay İstasyonu(ISS) ile ilgili çalışmalarını sürdürüyor. Şimdilik 2024’e kadar görev süresi uzatılan ISS, uzayda insan yaşamının test edilmesine imkan tanıyor.

ISS'deki Astronot Reid Wiseman
ISS’deki Astronot Reid Wiseman

2014 yılında toplam 12 astronot ISS’de görev aldı. Bunlardan Reid Wiseman, sosyal medyayı kullanmasıyla öne çıktı!! Ayrıca ISS’de bulunan 3D-yazıcı ile 3 boyutlu ürünlerin uzayda basılması testi yapıldı.

NASA, bu çalışmalarla beraber dünyanın gidişatıyla da ilgili çalışmalar yaptı. Örneğin iklimsel değişimlerin geleceği, deniz yüzeylerinin yükselişi ve ekstrem hava durumları ile ilgili çalışmalar. Bu ve diğer çalışmaların detaylarına NASA’nın bu adresinden ulaşabilirsiniz.

29 Kasım 2014 Cumartesi

Kuyruklu Yıldıza Giden Rosetta, Tüm Bildiklerimizi Değiştirebilir

Avrupa Uzay Ajansı ESA‘nın 10 yıl önce 67P/Çuryumov-Gerasimenko kuyruklu yıldızına inmek için fırlattığı uzay aracı Rosetta, Ağustos ayında 67P’nin yörüngesine girmiş ve Kasım ayında da modülü Philae‘yi kuyruklu yıldıza indirmeyi başarmıştı.

Rosetta ve Modülü Philae
Rosetta ve Modülü Philae

Uzay araştırmaları tarihinde bir dönüm noktası olan bu çalışma, ilk kez kuyruklu yıldızlara bu kadar yakından bakıp incelemeye fırsat verecek. 10 yıllık bu uzay yolculuğu 2 Mart 2004 tarihinde başladı ve yaklaşık 1 milyar euro’ya mal oldu. Dünyadan 510 milyon km uzaklıktaki bu kuyruklu yıldıza gitme macerası, arka planda müthiş bir matematiği ve bilgiyi barındırıyor. Gönderilen araç, önce Dünya ve Mars’ın yörünge ve çekim kuvvetinden yararlanıyor ve daha sonra da kuyruklu yıldızın yörüngesine oturuyor. Ve tabii en sonunda uzay modülü indiriliyor. Rosetta’nın bu uzun yolculuğunu aşağıdaki videoda görebiliyoruz.

Kuyruklu Yıldızlar ve 67P

İngilizce adı Comet olmakla birlikte Türkçemizde kuyruklu yıldız denildiği için yıldızlarla karıştırılabilir ve Güneş Sistemimiz dışında bir yer gibi algılanabilir. Fakat 67P dediğimiz kuyruklu yıldız, güneş sistemi içinde genişliği 4 km olan bir uzay cismi. Eliptik yörüngelerinden dolayı Güneş yakınından geçerken parlıyor ve bu sayede Dünya’dan görünür oluyorlar.

Bir Kuyruklu Yıldızın Yörüngesi
Bir Kuyruklu Yıldızın Yörüngesi

Kuyruklu Yıldızlar, buz ve kozmik toz karışımından oluşuyor. Bu toz karışımı, Güneş Sistemi oluşumu sırasında bir nedenle gezegenlerde yoğunlaşamamış maddeler. Güneş yakınınından yaklaşık 500 kez geçtikten sonra buz ve toz karışımlarını tamamen yitiriyor ve astreoid’lere benzer bir görünüm kazanıyorlar.

Kuyruklu Yıldız
Kuyruklu Yıldız

Kuyruklu yıldızlar içinde en ünlüsü Halley. Kuyruklu yıldızlar güneşe yeterince yakın olmadıkça görülmezler. Bazılarının yörüngesi güneş sisteminin bir hayli dışına taşar, bunlar bir kez görüldükten sonra binlerce yıl boyunca geri dönmezler. Sadece kısa ve orta periyotlu kuyruklu yıldızların (Halley kuyrukluyıldızı gibi) yörüngelerinin en azından önemli bir bölümü güneş sistemi içinde kalır.

Rosetta ve Philae

ESA’nın çocuklar için hazırladığı aşağıdaki video, kuyruklu yıldızlar hakkında bilgi vermesi yanında Rosetta ve Philae uzay araçlarının neler yaptığını da gözler önüne seriyor. Bilimi çocuklarımıza sevdirmekten başka çaremiz yok, eğer biz de ileride böyle çalışmalar yapmak istiyorsak…Bu konu aslında ayrı bir yazı konusu olur, o yüzden fazla detaya girmeden videoya bakalım, çocuklarınıza izlettirmenizi tavsiye ederim.

Bu Çalışma Neden Bu Kadar Önemli?

Kuyruklu yıldızlar, Güneş sistemimizin 4,5 milyar yıl önceki oluşumu sırasından kalan ilkel kalıntılar. Çok eliptik yörüngelerinden dolayı Güneş yakınından hızla geçerlerken parlamakta ve Dünya’dan da görünür olmaktalar. Zamanlarının çoğunu Güneş’ten çok uzaklarda geçirdikleri için milyonlarca yıldır derin soğukta özelliklerini korumuşlar. Bu özelliklerinden dolayı Güneş sisteminin başlangıcındaki durumu öğrenmek isteyen astronomlar için altın değerindeler.

Bilindiği üzere Philae modülü 67P’ye inmiş fakat bir tepenin ardında kaldığı için güneş panelleri çalışmamış ve pilini şarj edememişti. İlk gelen bilgilere göre, modülde bulunan cihazların gönderdiği fotoğraf ve ses kayıtları, kuyruklu yıldızın yüzeyinde karmaşık bir karbon bileşiğine benzer bir madde bulunduğunu gösteriyor. Organik bir madde olan karbon bileşiğinin tespiti, hayatı başlatan temel kimyasalları Dünya’ya kuyruklu yıldızların getirdiği teorisini destekleyebilir.

Rosetta’dan çekilen fotoğraflar, Philae’nin kuyruklu yıldıza inişi sırasında bir toz bulutu oluştuğunu gösteriyor. Uzay aracı, pili bitmeden önce son gücüyle Ptolemy denilen analiz laboratuarının içindeki fırını çalıştırdı ve içindeki tozları 200 derecede yakarak, çıkan gazı analiz etmeyi başardı. ESA yetkilileri, bu deneyin başarıyla sonuçlandığını ve kuyruklu yıldızdaki karbon ve nitrojenin yapısı hakkında bilgi sahibi olabileceklerini teyit etti. Bu da bize güneş sisteminin oluştuğu yıllarda neler yaşandığı konusunda bir fikir verebilecek.

İşte yukarıda anlattığım nedenlerden dolayı bu uzay yolculuğu, şu ana kadar bildiklerimizi değiştirebilecek özellikte bilgiler edinmemize fırsat verecek. Belki de, bilim kitaplarında yazılanlar değişmiş olacak.

ESA’nın bu çalışması çok önemli olduğu gibi NASA’nın Mars’a gönderdiği Curiosity aracının çalışmaları da, Kızıl Gezegen’le ilgili bilgilerimizi artırma açısından oldukça önemli. Curiosity ile ilgili daha önce yazdığım yazıya bakabilirsiniz:

Curiosity Mars’da 2. Yılını Doldurdu

Nietzsche’den Hayat Dersleri: Güçlü, Özgür ve Anlamlı Yaşamak Üzerine

  Nietzsche’den Hayat Dersleri: Güçlü, Özgür ve Anlamlı Yaşamak Üzerine