Future etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Future etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Nisan 2020 Cumartesi

Corona Virüs Salgınından 5 Yıl Sonra

Corona Virüs Salgınından 5 Yıl Sonra

Yıl 2025.

Tam 5 yıl önce, 2020 yılının Ocak ayında, Çin’in Hubei Eyaleti’nin Wuhan şehrinde ilk olarak Covid-19 adı verilen corona virüs salgını baş gösterdi. 

İlk başta sadece Çin’de kalacağı düşünülen bu salgın, hızla dünyanın diğer ülkelerine de yayıldı. En belirgin özellikleri ateş, kısa öksürük ve nefes darlığı idi. Ülkeler kendi çaplarında önlem almaya, halkı sosyal mesafeye uymaya ve maske-eldiven takmaya teşvik ettiler. Bazı ülkeler erken davranırken Amerika, İngiltere gibi ülkelerse herkese bulaşsın, ülkece bağışıklık kazanalım şeklinde davrandılar ama ölü sayıları artınca bundan vazgeçtiler..

5 Yıl Sonrasından O Günlere Bakış

Şimdi üzerinden 5 yıl geçti, bazı şeyleri unutmuş olabilirim ama hatırladıklarım şunlar:

  • Ülkede altyapısı olan bir çok şirket, evden çalışma modeline geçti.
  • Hepimiz evlere kapandık, evlerden çalıştık.
  • Evden çalışma imkanı olmayan yerlerde insanlar mecburen işe gitmek zorunda kaldı.
  • Okullar uzaktan eğitim modeline geçti. Online dersler ve TV üzerinden dersler yapıldı. Bazı ülkeler tam karantina uygularken bizde hafta sonları karantina uygulandı.
  • 15 Mart’tan itibaren iş yerleri, restoranlar, avm’ler kapandı, binlerce kişi işsiz kaldı.
  • Hepimiz maske ile dolaşmak zorunda kaldık.
  • Avrupa’da en çok etkilenen ülkeler İtalya, İspanya ve İngiltere oldu.
  • ABD’de de ölü sayıları hızla artmaya başladı.
  • Ülke ekonomileri darmadağın oldu, büyüme rakamları eksileri gördü.
  • Her akşam Sağlık Bakanı televizyona çıkarak test ve ölüm sayıları hakkında bilgiler verir oldu.
  • Evlerde kaldığımız için bir çok insanın psikolojisi bozuldu.
  • Komplo teorileri ortalıkta dolaşmaya başladı. Kimi bu virüsün 5G ile yayılmaya başladığını söyledi. Bazıları Çin’deki bir biyoloji laboratuvarından yayıldığını söyledi. Kıyamet senaryoları ve Armageddon öngörüleri havada uçuştu. Enok’un Kitabı, Yuhanna İncil’i Vahiy Bölümü ve Kuran’da yazılanların gerçekleşmeye başladığı öne sürüldü.
  • Çekirge sürüleri İran’da görüldü, neyse ki, ülkemize uğramadan çekip gittiler.
  • Bu virüs, genç yaşlı, fakir zengin dinlemeden herkese bulaşmaya başladı.
  • Karantina günlerinde doğanın temizlendiği, yunus balıklarının Venedik’te dolaşmaya başladığı, hayvanların şehirlere indiği görüldü.


Yıl 2025, Corona Virüs Salgını Bitti…

Şimdi o günleri hayal meyal hatırlıyorum da, meğer iyi günlerimizmiş. O günlerde bir kaç ay evde kaldığımız için çok sıkılmış ve bir an önce bu işin bitmesini beklemiştik. Oysa;

  • Salgın devam ederken 21 Haziran 2020’de gerçekleşen parçalı güneş tutulmasından bir hafta sonra Amerika’da 7 şiddetinde bir deprem oldu, binlerce insan öldü. Nisan sonlarında Atlantik Okyanusu’na düşen meteor, tsunamiyle Amerika kıyılarında büyük yıkıma sebep olmuştu.
  • Temmuz sonu korka korka dışarı çıkmaya başladık fakat eylül gibi ikinci salgının gelmesiyle tekrar evlerimize kapandık.
  • 2021 yılının ortalarında aşı bulununcaya kadar tüm dünya bu virüsle uğraşmaya devam etti.
  • 100 milyon kişiye bulaşan virüs, dünyada 4.5 milyon insanın ölümüne sebep oldu. Aşı sonrası 2022 başlarında salgın sona erdi.
  • Brexit’den sonra İtalya ve İspanya’nın salgın süresince kendi başına kalması ve yardım alamaması nedeniyle çatırdayan AB, 2022’de dağıldı.
  • Ekonomisi büyük zarar gören Amerika, Çin’le savaşın eşiğinden döndü. ABD ve Avrupa’da resesyon hala devam ediyor, Türkiye ise slumflasyon ile boğuşmaya devam ediyor.
  • 2015 yılında İsveç’te denenen avuç içine chip yerleştirilmesi (bu yazıda bahsetmiştim tıklayın), geçen yıl İsveç ve diğer bir çok ülkede insanların kendi rızası üzerine uygulanmaya başladı. Bu sayede alışveriş, restoran, iş yeri gibi lokasyonlarda insanlar avuç içlerini göstererek işlerini halledebiliyor. henüz Türkiye’ye gelmedi.
  • Digital paraya geçen ilk ülke ABD oldu. Salgının ilk günlerinde dile getirilen bu işlem, hayata geçmiş oldu. Halen nakit para kullanımı var fakat 2027’de tamamen sona erecek. İnsanlar virüs korkusu nedeniyle nakit paradan uzak duruyor.
  • Bir çok iş yeri, binalarını kapatarak çalışanlarının %80’ini home office çalışmaya yönlendirdi.
  • Okullarda haftada iki gün uzaktan eğitim alma imkanı getirildi.
  • Bir çok fabrikada robotlar, insanların yerini aldı.
  • Salgını iyi yönetemeyen bir çok ülkede hükümet başkanları değişti.
  • Salgın günlerinde kurulan UWF (United World Federation) tek dünya devleti projesine karşı tüm dünyada sokak protestoları devam ediyor.
  • Çekirge istilaları sonucu dünyada yaşanan kıtlık sebebiyle petrol yerine gıda ve su, ülkelerin en önemli gündem maddesi oldu. 2023-2024 yıllarında iki yıl boyunca kıtlık yaşandı.
  • Bilim kurgu filmlerinde bahsedilen bir çok şey yaşanmaya başladı.


Bugün…

Tüm bunları ütopik bir şekilde yazdım. Neler olacak neler yaşayacağız bilemiyorum ama pek de iyi günlerin bizi beklemediğini söyleyebilirim. Bu yazıyı 18 Nisan 2020’de yazıyorum. Salgın için evlerdeyiz karantinadayız. 100 yılda bir yaşanılacak şeyleri yaşıyoruz. Normale döneceğimiz günleri bekliyoruz ama normale dönebilecek miyiz, pek sanmıyorum, inşallah olur.

İnsanoğlunun tüm dünyaya ve içindekilere verdiği zararın ve kötülüğün sonuçlarını yaşıyoruz bence. Doğaya, hayvanlara, kadınlara, çocuklara yapılan bunca zulüm bunca haksızlık bunca adaletsizlik….Eeee ne bekliyorduk ki? Allah cezasını verdi işte insanlığın. Bak kutsal mekanların hepsi kapalı, kimseyi ibadet yerlerine bile sokmuyor Allah.

Aşının önümüzdeki sene üretileceği söyleniyor. Hepimiz aşı olduktan sonra bir nebze rahatlayacağız ama insanlığın bu yaşananlardan ders çıkarıp daha sakin daha dingin, şu an yaptıklarının tersini yapacağı bir hayata evrileceğini pek sanmıyorum. Yine kötülükler adaletsizlikler devam edecek. Peşinden de yeni salgınlar yeni belalar gelecek.

Yazılacak çok şey var. Onlar da bir sonraki yazıya kalsın.

28 Eylül 2015 Pazartesi

Taşınabilir Rüzgar Türbini Trinity

Taşınabilir Rüzgar Türbini Trinity ile akıllı telefonları şarj etme yanında bir evin veya karavanın elektrik ihtiyacını karşılamak mümkün.

Trinity Portable Wind Turbine
Taşınabilir Rüzgar Türbini Trinity / Portable Wind Turbine

Yenilenebilir enerji kaynaklarına olan yönelim gün geçtikçe artıyor. Bu anlamda rüzgar ve güneş enerjisi ön plana çıkıyor. Küçük çapta güneş panelleri evler için kullanılıyor fakat rüzgar güllerinin maliyeti epey yüksek. Bunun için epey bir yatırım yapılması gerekiyor.

Amerikalı girişimci bir firma olan Janulus, rüzgar enerjisinden elektrik üretebilmemiz için taşınabilir bir ürün tasarlamış; adı Tirinity.

Trinity, Hristiyanlıkta teslis/üçlemek anlamına gelmekle beraber şirket tevriye sanatını kullanarak rüzgar gülünde bulunan üç adet rüzgar bıçağını da bu isimle anlatmaya çalışmış. Hem rüzgar gülü hem teslis!! Neyse konumuz bu değil.

Girişimi veya projesi olan firmaların/kişilerin başvurduğu Kickstarter isimli bir organizasyon var. Buraya ürününüzü gönderiyorsunuz, bunun hayata geçmesi gereken fiyatı yazıyorsunuz, insanlardan girişiminize katkı sağlamanızı bekliyorsunuz. Janulus firması Kickstarter’da Trinity için 50 bin dolar istemiş, projeye o kadar ilgi gösterilmiş ki, şimdiden 100 bin doları geçmiş.

Önce Trinity ile ilgili videoyu izleyelim, özellikleri sonra;

Özellikleri

  • 4 farklı boyda farklı enerji ihtiyaçları için tasarlanmış.
  • 50, 400, 1000 ve 2500 watt’lık modelleri mevcut.
  • Monte etmesi çok kolay.
  • Pilleri elektrikli araba piliyle aynı; güvenilir ve dayanıklı,
  • 50Watt’lık ilk 50 ürün 369 dolar gibi mâkul bir fiyatla satılıyor,
  • Hafif ve taşınabilir ürün 650 gr’dan başlıyor. En büyük boyu 19 kg,
  • En güçlü modeli ev için elektrik üretebiliyor ve depolayabiliyor,
  • Mobil cihazlar üzerinden kumanda etmek mümkün.

Trinity ile İphone'unuzu doğada şarj edebilirsiniz.
Trinity ile İphone’unuzu doğada şarj edebilirsiniz.

Nisan 2016’da piyasaya çıkarılması planlanan ürünü daha detaylı incelemek ve sipariş vermek için aşağıdaki linklere tıklayabilirsiniz:

Janulus

Kickstarter Proje Sayfası

15 Haziran 2015 Pazartesi

Havada Sizi Takip Eden Drone Kamera Lily

Havada Sizi Takip Eden Drone Kamera Lily

İnsansız hava araçları(İHA) sınıfında yer alan ve uzaktan kumanda edilen aletlere verilen genel isim drone. Farklı kullanım amaçları olan bu cihazlar son zamanlarda son kullanıcıya kadar inmiş durumda ve firmalar çok farklı uygulamalar için bu drone’ları üretiyor.

Lily Drone Kamera Sizi Takip Ediyor.
Lily Drone Kamera Sizi Takip Ediyor.

Alibaba gibi büyük e-ticaret firmaları, belli ağırlığa kadar gönderilerini bu drone’lara müşterilerine iletmeyi planlıyor ve bunla ilgili çalışmalar yürütüyor. Bir nevi helikopter diyebileceğimiz bu cihazlar, üzerine takılan kameralarla daha işlevsel hale gelebiliyor ve yerden uzaktan kumanda ile kontrol ediliyor.

Bu yazıya konu olan drone ise yerden kumanda edilmeye gerek duymaksızın havaya attığınızda sizi belli bir yükseklikten takip edebiliyor!! Kullanıcı üzerinde drone ile haberleşmeyi sağlayan küçük bir cihaz bulunuyor. İlginç tanıtım videosu olan Lily Camera‘nın kullanımı gayet kolay:

3 farklı modeli olan Lily Camera, sporcular, kayakseverler ve rafting gibi sporlarda çok kullanışlı gözüküyor. Film, dizi yapımcıları ve klip çekmek isteyen profesyoneller için birebir. Amatör kullanımda da işe yarar gözüküyor.

Kendi internet sayfasından sipariş verebiliyorsunuz, Şubat 2016’da ise gönderimi sağlanacak. Şimdilik fiyatı 519 USD. Belki bizim gibi kullanıcılar için lüks olabilir ama adrenalin içeren sporları yapanlar için güzel bir klip çekmenizi sağlayabilir.

Detayları ve teknik özellikleri için kendi sitesini ziyaret edebilirsiniz.



29 Mayıs 2015 Cuma

Belki Bir Gün Beyinlerimiz de İnternete Bağlı Olacak?

Belki Bir Gün Beyinlerimiz de İnternete Bağlı Olacak?

Akıllı diye tabir ettiğimiz tüm cihazların internete ve dolayısıyle birbirine bağlı olması fikrine alıştık artık. Nesnelerin İnterneti (Internet of Things) denilen kavram, gelecek yılların ön plana çıkacak konusu. Evde kullandığımız tüm cihazlardan arabamıza, alışveriş yaptığımız mağazalardan şehir içindeki tüm alanlara kadar her şey birbirine bağlı olacak. Peki makine olmayan vücutlarımız da bir şekilde internete bağlı olabilir mi?

Beynimiz internete bağlı olacak mı?
Beynimiz internete bağlı olacak mı?

Bunun ilk adımı olarak araştırmacılar iki beyin arasında ilk e-posta gönderimi için çalışmalarını sürdürüyor. Aklımızdan geçen bir düşünceyi yan odadaki veya dünyanın herhangi bir yerindeki arkadaşımıza iletmek belki de ileride mümkün olacak.

Barcelona merkezli Starlab şirketi böyle bir çalışma yürütüyor. Hindistan’da bulunan bir adamın kafa derisine beyin dalgalarını kaydedip bilgisayara aktaracak bir düzenek takılıyor. Ayaklarını hareket ettirdiğini hayal etmesi, bilgisayara 0 (sıfır) komutunu iletiyor ve ellerini hareket ettirdiğini hayal etmesi ise 1 (bir). Daha sonra bu sıfır ve birler dizisi internet üzerinden Fransa’nın Strasbourg kentindeki TMS Robot adı verilen bir cihazın bağlı olduğu bir adama gönderiliyor. Beyine güçlü fakat kısa elektrik darbelerini iletmek için tasarlanmış olan bu TMS Robot, gönderilen dataları (el veya ayak hareketi düşüncesini) algılamayı başarıyor. Basit gibi görünse de başlangıç olarak hiç de fena sayılmaz bence. Detaya bu adreste bakabilirsiniz.

Konuyla ilgili tek çalışma bu değil tabii. Harvard ve Washington Üniversitesi’nde benzer çalışmalar yürütülüyor. Washington Üniversitesi’nde uzaktan beyin iletişimiyle basit bir bilgisayar oyunu oynanmasını anlatan bu videoyu izleyebilirsiniz:

Bu çalışmalara ilaveten beynimizin yaydığı çok düşük frekanslı dalgaları çözebilme üzerine de araştırmalar yapılıyor. (Beynimiz alfa, beta, gama gibi frekanslar yayıyor. Bilinçaltımızı temizleme ve 25.kare konularında ayrı bir yazı yazmayı düşündüğüm için burada ayrıntıya girmiyorum). Bu frekansları çözebilirsek belki de karşımızdaki insanın aklından neler geçiyor, çözebileceğiz. Benzer mantık baz istasyonları çalışma sisteminde de var. Baz istasyonları belli frekanslarda yayın yapıyor, elimizdeki telefonlar o frekans bandında karşılıklı haberleşiyor. Bir arama geldiğinde telefonun zili çalıyor ve konuşuyoruz, normal haldeyken telefon, baz istasyonunda gelen frekansları dinliyor, tarıyor ve çözüyor diyelim….

Aslında zihinden bir başkasına düşünce gönderme veya zihin okuma diyebileceğimiz bu konu telepati adı altında çok uzun zamandır inceleniyor. Özellikle 2. Dünya Savaşı esnasında düşman devletlerin birbirlerinin gizli askeri planlarını ele geçirmek üzere psişik yetenekleri çok kuvvetli telepatları kullandığı biliniyor. Bir de eskilerin “hissi kablel vuku” dedikleri altıncı his konusu var ki, o da yeni bir şey değil.

Teknoloji geliştikçe binlerce yıldır insanların yapmak istediği bu tür konular artık normal sayılacak belki de gelecekte. Ama bu insanlara fayda getirecek mi, orası ayrı bir konu. Mevlana’nın Mesnevi’sinde hayvanların dilinden anlamak için Hz. Musa’ya yalvaran ve sonunda isteği kabul edilen ama başına gelmedik iş kalmayan bir kişinin hikayesi vardır, okumanızı tavsiye ederim. Belki de gelecekte böyle üstün sayılabilecek yeteneklerle donanmış insanlar, bizim bugünkü halimizden daha da mutsuz olacaktır. Teknoloji kullanımı arttıkça mutsuzluğumuz artıyor mu, bu da ayrı bir yazı konusu olsun.



2 Nisan 2015 Perşembe

Uzay Asansörü Projesi 2050'de Gerçekleşecek mi?

Bir Japon inşaat şirketi olan Obayashi, Uzay Asansörü ismini verdiği projeyle 2050 yılına kadar 96 bin kilometre yüksekliğe ulaşacak bir asansör inşa etmeyi planlıyor. İlk başta çılgın bir fikir gibi görünse de Japon şirketi ciddi ciddi bu proje üzerinde çalışıyor.

Uzay Asansörü Projesi
Uzay Asansörü Projesi

36 bin kilometrede bir uzay istasyonu yerleştirilecek, kule benzeri bu yapının toplam uzunluğu 96 bin kilometre olacak ve tepesine ise bu yapıyı dengelemesi için bir ağırlık konulacak. İstasyona yolculuğun saatte ortalama 200 km hızla yaklaşık bir hafta süreceği planlanıyor. Aslında ismi asansör ama yaklaşık 30 kişinin nakledilebileceği bir nevi kapsül. İçinde bu kadar kişiye yetecek yaşam alanı, yiyecek vs olacak.

Uzay Asansörü Projesi
Uzay Asansörü Projesi

Burada akla ilk gelebilecek şey, asansör platformunun sağlam olması için nasıl bir malzemenin kullanılacağı? Bunun için mevcut çelik kablolardan yaklaşık 100 kat daha güçlü bir gerilim kuvvetine ihtiyaç var. Bunu karşılayacak malzeme de karbon nano tüpler. Şimdilik 3 cm yapılabilen nano tüplerin 2030 yılında uzunlaştırılabileceği öngörülüyor. Tabii toplamda 96 bin kilometrelik karbon nano tüp kullanılması gerekiyor.

Firmanın uzay asansörü konsept videosu:

Japon şirketi dünya çapında yaptığı büyük gökdelenlerle meşhur. En son Tokyo’da 634 metrelik Tokio Sky Tree isimli bir gökdelen projesini yürütüyor. Obayashi firması yetkilileri, teknoloji anlamında bu projenin gerçekleşmesinde herhangi bir sıkıntı olmadığını sadece kimin veya hangi devletin bunu finanse edeceği sorusunun önemli olduğunu belirtiyor (detay için bu adrese bakabilirsiniz).

Aslında uzay asansörü projesi yeni bir şey değil. İlk önce Sovyet uzmanlar bunu düşünmüş, daha sonra tabii NASA da bu proje üzerinde çalışmış. Mevcut teknolojiyle uzaya taşıma maliyeti kilogram başına 22 bin dolar. Eğer uzay asansörü yapılırsa bu maliyet 200 dolara düşüyor. Bu da, gerçekleştiği takdirde mevcut roketlerin kullanımını bitirecek. Daha doğrusu dünyadan 96 bin kilometre uzakta bir fırlatma rampası yapılacak ve roketler oradan diğer gezegenlere ve/veya güneş sistemi dışına daha rahat çıkabilecek. Uzayı merak eden turistler de, 36 bin kilometreye kadar bu uzay asansörüyle çıkıp orada güzel bir gün geçirdikten sonra geri dönecek….

Bu ve benzeri çalışmalar, daha önce başka yazılarda bahsettiğim üzere Ay veya Mars’ta koloni kurmaya, oranın doğal kaynaklarını kullanmaya vs hizmet ediyor. Belki biz göremeyeceğiz ama torunlarımız bu tür projelere şahit olacaktır diye düşünüyorum.

6 Şubat 2015 Cuma

Sanal Gerçeklik Kavramı ve Bu Hayat Bir Rüya mı?

Sanal Gerçeklik (Virtual Reality) kavramını mutlaka duymuşsunuzdur. Bilgisayar tarafından simüle edilen, aslında var olmayan fakat sizi o gerçeğin içindeymiş gibi hissettiren teknoloji diyebiliriz kısaca.

Sanal Gerçeklik / Virtual Reality
Sanal Gerçeklik / Virtual Reality

Daha çok oyun konsollarında kullanılan sanal gerçeklik teknolojisi, son zamanlarda gelişme göstererek farklı disiplinlerde de kullanılmaya başladı. Eski cihazlar büyük ve hantalken şimdikilerse daha küçük ve kullanışlı bir hal almaya başladı. Büyük firmaların bu alana yatırım yapmaları da gelecekte sanal gerçeklik uygulamalarının daha çok hayatımıza gireceğini gösteriyor. Örneğin Oculus Rift, geçen yıl Facebook tarafından 2 milyar dolara satın alındı. Playstation ve Nintendo gibi firmalar zaten konu üzerinde çalıştırmalarını yürütüyor. Sony Project Morpheus, Samsung Gear VR, Google Cardboard ve en son Windows 10 tanıtımı esnasında sunulan Microsoft Hololens. Bu ürünler kendi alanlarında tatlı bir rekabet içinde. Peki sanal gerçeklikle ne yapılabilir? Sadece oyun oynamak için mi bu kadar yatırım yapılıyor bu teknolojiye? Tabii ki hayır. Birçok alanda olduğu gibi burada da öncelik askeri uygulamalarda. Askerlerin farklı ortam / ülkelerde yapacağı operasyonlar, sanal gerçeklikle simüle edilebiliyor. Pilotların kullandığı uçuş simülatörleri biliniyor. Bunun yanında ise tıp, eğitim, sanat ve mühendislik gibi alanlarda da kullanımı artmaya başladı. Güzel bir örnek, fobileri olan insanlar için sanal gerçekliğin kullanımı. Fobilerimizi yenmenin yolu, o korkunun üzerine gitmek. Uçak fobisi olan bir insanı uçağa bindirmektense uçuş simülatörüne bindirmek daha kolay ve basit. Örümcekten korkan bir insan için de keza.

En son Microsoft’un tanıttığı Hololens tanıtım videosu çok hoşuma gitti, burada paylaşmak isterim:

https://www.youtube.com/watch?v=aThCr0PsyuA

Sanal gerçeklik kavramıyla ilgili daha detaylı bilgi almak için şu adrese bakabilirsiniz.

Şimdi gelelim yazının ikinci bölümüne….

Yoksa bu hayat bir rüya mı / sanal gerçeklik mi?

Sanal gerçeklik teknolojisi, son 30 yılda gelişen bilim ve teknolojiyle, zaten bizi sürüklediği sanal alemi daha da kesifleştirmiyor mu? Malum, sosyal medyaydı, bilgisayar oyunlarıydı derken sanal bir dünyada yaşıyor hale geldik. Çocuklarımız bahçede oynamak yerine sanal alemde geziyor eleştirileri yapıyoruz. Sosyal ilişkiler yerini sanal iletişim kanallarına bıraktı. Durum böyleyken hayatımıza bir de sanal gerçeklik kavramı girdi. Kapadokya’yı bizzat gezmek yerine 3 boyutlu gözlüğümüzü takarak sanal bir şekilde gezmek ne kadar doyurucu? Bu sorular uzayıp gidebilir. Benim asıl gelmek istediğim konu; sanal gerçeklik kavramının bana, bu hayatın bir rüya mı olduğu düşüncesini çağrıştırması. Platon‘un meşhur Mağara Metaforu vardır:

Platon Mağara Metaforu
Platon Mağara Metaforu

“Bazı insanlar karanlık bir mağarada, doğdukları günden beri mağaranın kapısına arkaları dönük bir şekilde oturmaya mahkumdur. Başlarını arkaya çeviremeyen bu insanlar mağaranın kapısından giren ışığın aydınlattığı karşı duvarda, kapının önünden geçen insanların ve taşıdıkları şeylerin gölgelerini izlemektedir. İçlerinden biri kurtulur ve dışarı çıkarak gölgelerin asıl kaynağını görür ve tekrar içeri girerek gördüklerini anlatmaya çalışır fakat içeridekileri, duvarda gördüklerinin sanal olduğuna-gerçek hayatın mağara dışında olduğuna inandıramaz”.

Görüldüğü üzere mağara içindeki insanlar (bizler??), sanal gerçeklik içinde hayatlarını gerçek yaşamdan habersiz geçirmektedir. Yoksa bizler de bu hayatın asıl anlamından uzak mı yaşıyoruz? Platon dışında başka örnekler de vermek isterim. Hz. Peygamberimiz(s): “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar” ve “Ölmeden evvel ölünüz” buyurmuştur. Yoksa yaşadığımız bu hayat bir rüya mı? Gerçekten uykuda mıyız? Ölünce mi uyanacağız, o bilinmez gerçeği o zaman mı göreceğiz? Peygamberimiz söylediğine göre bu muhakkak doğrudur. Bir de Hz. İbn-i Arabi’nin “Bu hayat bir hayaldir, hatta hayal içre hayaldir” sözü var ki, benzer manaya gelmektedir. O zaman bu müthiş gerçeğe nasıl ulaşacağız? Bu gerçekten bigane kuru bir hayat sürüp gidecek miyiz? Nasılsa öldükten sonra gerçeğe ulaşacağız ama mühim olan burada buna vakıf olmak. Bilge, Evliya, Erenler dediğimiz insanlar neye ermiştir? İşte bahsettiğimiz bu gerçeğe. Onlar ölmeden evvel ölmüşler ve bir anlamda sanal gerçeklikten kurtulmuşlardır. O zaman bize düşen, bu gerçeğe ulaşmak için çabalamak, gayret etmek, eşya ve hadiselerin iç yüzüne vakıf olan bu insanların izinden gitmektir, vesselam…



2 Şubat 2015 Pazartesi

İsveç'te Çipli İnsan Dönemi Resmen Başladı

Deri altına yerleştirilebilen elektronik çip teknolojisi, pek yeni olmamakla beraber etik değerler açısından çokça tartışıldığı için bugüne kadar uygulanamıyordu. Fakat İsveç‘li bir teknoloji şirketinin ürettiği çipler, yine İsveç’teki bir iş merkezinin kabulü sonrası insan derisi altına yerleştirilerek uygulamaya kondu.

deri-çip

Stockholm’deki Epicenter isimli yüksek teknoloji ürünü iş merkezinde şimdilik birkaç kişinin deri altına yerleştirilen bu çiple çalışanlar güvenlik kapılarından geçme, kafeteryadan alışveriş yapma, fotokopi makinelerini kullanma gibi işlemleri kartla değil ellerindeki bu çiple yapabilecekler. Şirkette toplam 700 kişi çalışıyor ve önümüzdeki aylarda tüm çalışanlara mekânı rahat kullanabilmeleri için çip takılması planlanıyor. Çipin nasıl takıldığıyla ilgili videoyu izleyelim, yorumlar sonra:

Pirinç tanesi büyüklüğündeki çip, dokunmatik kredi kartlarında da kullanılan radyo-frekans tanımlama (RFID) sistemi ile çalışıyor. Normalde bir doktor kontrolünde deri altına yerleştirilen çip, 1-2 hafta enfeksiyon riskine karşı doktor tarafından gözetim altında tutuluyor. Ekstrem bir durum olmadığında insana zarar vermiyor.

Deri Altına Yerleştirilen Çip
Deri Altına Yerleştirilen Çip

Çipin herhangi bir enerji kaynağına ihtiyacı bulunmuyor, bunun yerine deri üzerinde bir tarama aracı çalıştırıldığında aktif hale gelen 1 mm uzunluğunda manyetik bobin kullanılmış. Çipin üzerindeki minyatür bir transistör de sürekli olarak verileri iletiyor. Tarayıcı olmadan çip okunamıyor.

Şimdi aklıma takılan bazı sorulara geçebiliriz:

1- İsveç gibi demokrasi ve özgürlüklere çok düşkün bir ülkede böyle bir uygulamaya nasıl onay verildiğini anlamak mümkün değil. Şimdilik çok zararsız görülen bu uygulama, çipin içine yerleştirilecek ilave bilgilerle insanı zombiye bile dönüştürebilir!!

2- Geçen yıl Amerika’daki teknoloji şirketi Applied Digital Solutions, insanlara enjekte edilecek çipler için Florida Eyaletinde hükümete başvurarak izin istedi fakat bildiğim kadarıyla etik değerler açısından uygun görülmediği için hala hayata geçirilemedi.

3- Deri altına çip yerleştirme teknolojisi yeni bir şey değil. Özellikle hayvanlara uygulanıyor halihazırda. Hayvanların çiftliklerden kaybolmasını önlemek için kullanılıyor. İnsan üzerinde deneysel çalışmaların yapıldığı da biliniyor. Özellikle büyük devletler askeri uygulamalarda kullanıyor.

4- Arjantin Brezilya gibi ülkelerde kaçırma olayları çok olduğu için zengin kişiler, kendi istekleriyle bu çipi taktırıyor ve kaçırıldığında kurtulmayı ümit ediyor.

5- Pirinç tanesindeki bu çipin dışında çok daha küçük, enseye ve gözdeki görme sinirlerinin içine yerleştirilebilen bazı çipler de var ki, askerlerin uzaktan kontrolü için halihazırda kullanılıyor. Bu çip yardımıyla uzaktan insanları izleme, kontrol etme hatta elektromanyetik dalga iletimleriyle insanlara değişik eylemler yaptırılabiliyor. Sinir gazlarının neler yaptığı ortada…

6- Komplo teorisi dense de dünyada “tek dünya devleti” oluşturmaya ve insanları uzaktan kontrol etmeye çalışan bir durum var. Buna “Big Brother” desek daha tanıdık gelecek. Akıllı telefonlarımız ve internete giren bilgisayarlarımız sayesinde her daim bizi gözetliyorlar zaten (Obama’nın iphone kullanmasının neden yasak olduğunu hatırlayın). Çipler ise insanları uzaktan izleme ve kontrol etme isteğinin bir üst versiyonu diyebiliriz.

Sonuç olarak, suç ve terörizmin artışını engellemek bahanesiyle insanlara çip takılmasının önünün açılması isteniyor. Fotokopi makinesini kullanma, giriş kapılarının açılması, kredi kartının yerine kullanma gibi kulağa hoş gelecek konularla başlayan bu uygulamanın ilerisinde ne gibi felaketlere sebep olacağı unutulmamalıdır.

Konu hakkında siz neler düşünüyorsunuz?

29 Ocak 2015 Perşembe

Kolumuzu Ekrana Çevirebilen Akıllı Bileklik Cicret

Son birkaç yıldır giyilebilir teknoloji ürünleriyle ilgili çalışmaların öne çıktığını görebiliyoruz. Büyük teknoloji şirketleri bu yönde çalışmalarını sürdürüyor. İlk aklımıza gelebilecek ürün Google Glass. Amerika’da ilk piyasaya sürüldüğünde epey gündemi meşgul etmişti fakat geçenlerde gelen bir haber, Google’ın bu ürünü durduğunu söylüyordu. Bunun yanında diğer firmaların da ürünleri var. Intel, geçen yılın sonlarında “Giyilebilir Teknoloji Yarışması” düzenlemişti. Finale kalan projeleri bu yazımda irdelemiştim, gerçekten güzel ürünler var. Kazanan ise son zamanlarda sıkça görmeye başladığımız “Uçan Kamera” oldu. 6. His Teknolojisi yazımda da giyilebilir teknoloji ürünlerinden bahsetmiştim.

Cicret Akıllı Bileklik
Cicret Akıllı Bileklik

Bu yazıda tanıtacağım Cicret Akıllı Bileklik de giyilebilir teknoloji ürünlerinden biri. İlgimi çekmesi ve yazıya konu olması, şu aralar gündemde olan akıllı saatler yerine böyle bir bilekliğin olabileceğini düşünüyor olmam idi. Bu yönde araştırma yaparken Cicret karşıma çıktı. Cicret, Fransız girişimcilerin bir ürünü. Mantığı basit aslında: bilekliğin içinde mini bir projektör var, bu projektörle cildimiz üzerinde görüntü oluşturulurken sekiz uzun menzilli sensörle her dokunuş, tıklama ve kaydırma algılanabiliyor. Şimdilik cihazda wifi-bluetooth var, USB port ve ivme ölçer de içeriyor. İphone’la senkronize çalışabileceği gibi simkart eklenerek direkt telefon gibi çalışması da düşünülüyor. Proje sorumluları cihazı piyasaya sürebilmek için kendi web sitelerinden yardım talebinde bulunuyor. Şu ana kadar 6.000 kişi destek olmuş.

Tanıtım videosunda görüleceği üzere kolumuzun bir hareketiyle bileklik kolayca açılabiliyor. 10 farklı renk seçeneğiyle piyasaya sürülecek Cicret’in 16 ve 32 GB’lık iki farklı versiyonu olacak. Başlangıç fiyatı 379 dolar düşünülüyor. Kanımca bu cihaz, gelecekte telefonların yerini alabilir. Siz ne düşünüyorsunuz?

Projenin ana sayfasına bu adresten ulaşabilirsiniz.

25 Ocak 2015 Pazar

Samsung'un Beyin Dalgaları ile Felci Önceden Tespit Edebilen Sensörü

Samsung‘un Ar-Ge merkezi olan Creativity-Lab (C-Lab) araştırmacıları, beyin dalgalarını ölçerek felci önceden tespit edebilen bir sensör üzerinde çalışıyor.

Samsung C-Lab
Samsung C-Lab

Samsung, Apple, Google gibi büyük teknoloji firmaları sadece bildiğimiz alanlarda değil başka alanlarda da araştırmalar yaparak dünya teknoloji sahnesinde kalıcı olmaya çalışıyor. Başka bir yazıda bunları detaylı bir şekilde ele alacağım.

Samsung C-Lab araştırmacılarının üzerinde çalıştığı projenin adı: EDSAP. Early Detection Sensor & Algorithm Package (Erken Tespit Sensörü-Algoritma Paketi). EDSAP projesi içinde bir sensör seti ve gerekli algoritma yeralıyor. Sensörler beyin dalgalarını takip ederek gerekli verileri topluyor ve belli bir algoritmaya göre tahminlerde bulunuyor. Kullanıcı, akıllı telefon veya tabletini bu sisteme bağlıyor ve başlıkta bulunan sensörler, 60 saniye içinde beyin dalgalarını telefondaki uygulamaya gönderiyor. Gönderilen beyin dalgaları, uygulama tarafından belli bir algoritma içinde değerlendirilerek felç tehlikesi olup olmadığını değerlendiriyor.

Beyin Dalgaları
Beyin Dalgaları

Bu verilerle felcin yanında tarama seviyesi artırıldığı takdirde stres, anksiyete ve uyku düzeni ile ilgili faktörler de takip edilebiliyor. Tabii ki, elde edilen verilen kesin sonuçlar olmadığı için mutlaka tıbbi bir denetime girilmesi gerekiyor. Ama en azından önleyici tedbirler açısından uyarı görevi görmesi, belki de bir felci önleyebilecektir.

Samsung araştırmacıları, EDSAP projesinin piyasadaki diğer beyin dalgalarını kontrol eden cihazlardan kolay giyilebilmesi, kısa zaman içinde verileri alabilme gibi özelliklerinden dolayı üstün olduğunu söylüyor. Orjinal yazıya buradan ulaşabilirsiniz.

Samsung ve Apple’ın hali hazırda kendi sağlık uygulamaları var: S-Health ve Health Kit. Bu haliyle bizim veri girmemizi bekliyor ve bu bilgileri sadece istatistik olarak gösteriyorlar. Oysa daha akıllı uygulamalar olması için harici bir şekilde telefonumuza veri göndermek gerekiyor. Belki ilerde akıllı saat veya bilekliklerle vücudumuzla ilgili sağlık verilerini telefona iletip daha detaylı analizleri yapabilecekler. Samsung’un EDSAP projesi bu anlamda tetikleyici olabilir.

22 Ocak 2015 Perşembe

İnsanlarla İletişime Geçebilen Dünyanın İlk Sosyal Robotu Jibo

Kişisel asistan sınıfında birçok uygulama yapıldı fakat hiç biri Jibo gibi değil!! Jibo, MIT Medya Laboratuvarı Kişisel Robot Bölümü çalışanlarınca üretilmiş dünyanın ilk sosyal robotu.

Sosyal Robot Jibo
Sosyal Robot Jibo

Jibo, yapımcısı Dr. Cynthia Breazeal’e göre arkadaş canlısı, yardımsever ve zeki bir robot. Bu haliyle ailemizin yeni bir üyesi olmaya aday. Yapımcısı bu robotu Yıldız Savaşları ve NASA’nın Mars’taki robotlarından esinlenerek tasarlamış. Jibo, birçok akıllı asistan gibi proaktif olarak size hatırlatmalar yapıyor, e-mailinizi gönderiyor, fotoğraf çekip sesli mesajlarınızı gönderebiliyor ve çocuklar için interaktif hikayeler anlatabiliyor fakat diğerlerinden ayrılan tarafı insanlarla iletişime geçebilmesi. Beni de cezbeden bu oldu zaten. Zira, halihazırda akıllı telefonlarımıza yüklediğimiz Apple için Siri, Samsung için S Voice, Windows için Cortana isimli kişisel asistan uygulamaları var fakat hala geliştirilmeye muhtaç. Siri’yi kaç kez kullandım diye düşündüm, pek fazla değil. Zaten Türkçe desteği de henüz gelmedi, o yüzden ülkemizde kullanım oranı hayli düşük.

Arkadaş canlısı Jibo
Arkadaş Canlısı Jibo 🙂

Kişisel asistan uygulamalarına merakım eskilere dayanıyor, robotik teknolojiler de cabası. Yaklaşık 10-15 yıl önce Halo isimli bir windows uygulaması kullandığımı hatırlıyorum. O haliyle basit işleri yapabiliyordu: “open excel” vb gibi komutlarla programları açıyordu. Şimdi Siri çok daha fazlasını yapıyor ama Jibo gibi değil.

Jibo’nun bu sosyal özelliği insanları etkilemiş olacak ki, ilk başta 100 bin dolar fon hedefiyle başlayan proje şu an 2.3 milyon dolar toplamayı başarmış! Jibo, ev versiyonu için şimdiden 599 Dolara ön siparişleri almaya başlamış. 2015’in sonlarına doğru piyasaya sürülmeye başlanacak. Şimdi Jibo’nun tanıtım videosuna bakalım:

https://www.youtube.com/watch?v=3N1Q8oFpX1Y

Projenin bir başka hedefi de Jibo’yu, Nest termostatı gibi evdeki diğer akıllı cihazlara bağlamak ve telefon yerine Jibo’nun bunları kontrolünü sağlamak. (Apple’ın Nest termostat ile akıllı ev projesini daha önce yazmıştım, buradan bakabilirsiniz).

Jibo’nun çalışma mantığı kısaca şöyle: evdeki wi-fi ağına bağlanıyor, sonra evdeki insanların yüz ve seslerini tanımlıyor ve sonrasında sizden yapılacakları sorarak yapay zekası ile öğrenmeye başlıyor. Jibo için bir store hazırlanacak ek ücret ödeyerek başka yetenekler satın alınabilecek. Jibo’nun kendi sayfasında çok daha fazlasını bulabilirsiniz (www.myjibo.com).

Jibo beni heyecanlandırdığı için piyasaya çıktığında alabilirim diye düşünüyorum. Siz ne düşünüyorsunuz, böyle şirin bir robotu evinize konuk eder misiniz?

29 Kasım 2014 Cumartesi

Kuyruklu Yıldıza Giden Rosetta, Tüm Bildiklerimizi Değiştirebilir

Avrupa Uzay Ajansı ESA‘nın 10 yıl önce 67P/Çuryumov-Gerasimenko kuyruklu yıldızına inmek için fırlattığı uzay aracı Rosetta, Ağustos ayında 67P’nin yörüngesine girmiş ve Kasım ayında da modülü Philae‘yi kuyruklu yıldıza indirmeyi başarmıştı.

Rosetta ve Modülü Philae
Rosetta ve Modülü Philae

Uzay araştırmaları tarihinde bir dönüm noktası olan bu çalışma, ilk kez kuyruklu yıldızlara bu kadar yakından bakıp incelemeye fırsat verecek. 10 yıllık bu uzay yolculuğu 2 Mart 2004 tarihinde başladı ve yaklaşık 1 milyar euro’ya mal oldu. Dünyadan 510 milyon km uzaklıktaki bu kuyruklu yıldıza gitme macerası, arka planda müthiş bir matematiği ve bilgiyi barındırıyor. Gönderilen araç, önce Dünya ve Mars’ın yörünge ve çekim kuvvetinden yararlanıyor ve daha sonra da kuyruklu yıldızın yörüngesine oturuyor. Ve tabii en sonunda uzay modülü indiriliyor. Rosetta’nın bu uzun yolculuğunu aşağıdaki videoda görebiliyoruz.

Kuyruklu Yıldızlar ve 67P

İngilizce adı Comet olmakla birlikte Türkçemizde kuyruklu yıldız denildiği için yıldızlarla karıştırılabilir ve Güneş Sistemimiz dışında bir yer gibi algılanabilir. Fakat 67P dediğimiz kuyruklu yıldız, güneş sistemi içinde genişliği 4 km olan bir uzay cismi. Eliptik yörüngelerinden dolayı Güneş yakınından geçerken parlıyor ve bu sayede Dünya’dan görünür oluyorlar.

Bir Kuyruklu Yıldızın Yörüngesi
Bir Kuyruklu Yıldızın Yörüngesi

Kuyruklu Yıldızlar, buz ve kozmik toz karışımından oluşuyor. Bu toz karışımı, Güneş Sistemi oluşumu sırasında bir nedenle gezegenlerde yoğunlaşamamış maddeler. Güneş yakınınından yaklaşık 500 kez geçtikten sonra buz ve toz karışımlarını tamamen yitiriyor ve astreoid’lere benzer bir görünüm kazanıyorlar.

Kuyruklu Yıldız
Kuyruklu Yıldız

Kuyruklu yıldızlar içinde en ünlüsü Halley. Kuyruklu yıldızlar güneşe yeterince yakın olmadıkça görülmezler. Bazılarının yörüngesi güneş sisteminin bir hayli dışına taşar, bunlar bir kez görüldükten sonra binlerce yıl boyunca geri dönmezler. Sadece kısa ve orta periyotlu kuyruklu yıldızların (Halley kuyrukluyıldızı gibi) yörüngelerinin en azından önemli bir bölümü güneş sistemi içinde kalır.

Rosetta ve Philae

ESA’nın çocuklar için hazırladığı aşağıdaki video, kuyruklu yıldızlar hakkında bilgi vermesi yanında Rosetta ve Philae uzay araçlarının neler yaptığını da gözler önüne seriyor. Bilimi çocuklarımıza sevdirmekten başka çaremiz yok, eğer biz de ileride böyle çalışmalar yapmak istiyorsak…Bu konu aslında ayrı bir yazı konusu olur, o yüzden fazla detaya girmeden videoya bakalım, çocuklarınıza izlettirmenizi tavsiye ederim.

Bu Çalışma Neden Bu Kadar Önemli?

Kuyruklu yıldızlar, Güneş sistemimizin 4,5 milyar yıl önceki oluşumu sırasından kalan ilkel kalıntılar. Çok eliptik yörüngelerinden dolayı Güneş yakınından hızla geçerlerken parlamakta ve Dünya’dan da görünür olmaktalar. Zamanlarının çoğunu Güneş’ten çok uzaklarda geçirdikleri için milyonlarca yıldır derin soğukta özelliklerini korumuşlar. Bu özelliklerinden dolayı Güneş sisteminin başlangıcındaki durumu öğrenmek isteyen astronomlar için altın değerindeler.

Bilindiği üzere Philae modülü 67P’ye inmiş fakat bir tepenin ardında kaldığı için güneş panelleri çalışmamış ve pilini şarj edememişti. İlk gelen bilgilere göre, modülde bulunan cihazların gönderdiği fotoğraf ve ses kayıtları, kuyruklu yıldızın yüzeyinde karmaşık bir karbon bileşiğine benzer bir madde bulunduğunu gösteriyor. Organik bir madde olan karbon bileşiğinin tespiti, hayatı başlatan temel kimyasalları Dünya’ya kuyruklu yıldızların getirdiği teorisini destekleyebilir.

Rosetta’dan çekilen fotoğraflar, Philae’nin kuyruklu yıldıza inişi sırasında bir toz bulutu oluştuğunu gösteriyor. Uzay aracı, pili bitmeden önce son gücüyle Ptolemy denilen analiz laboratuarının içindeki fırını çalıştırdı ve içindeki tozları 200 derecede yakarak, çıkan gazı analiz etmeyi başardı. ESA yetkilileri, bu deneyin başarıyla sonuçlandığını ve kuyruklu yıldızdaki karbon ve nitrojenin yapısı hakkında bilgi sahibi olabileceklerini teyit etti. Bu da bize güneş sisteminin oluştuğu yıllarda neler yaşandığı konusunda bir fikir verebilecek.

İşte yukarıda anlattığım nedenlerden dolayı bu uzay yolculuğu, şu ana kadar bildiklerimizi değiştirebilecek özellikte bilgiler edinmemize fırsat verecek. Belki de, bilim kitaplarında yazılanlar değişmiş olacak.

ESA’nın bu çalışması çok önemli olduğu gibi NASA’nın Mars’a gönderdiği Curiosity aracının çalışmaları da, Kızıl Gezegen’le ilgili bilgilerimizi artırma açısından oldukça önemli. Curiosity ile ilgili daha önce yazdığım yazıya bakabilirsiniz:

Curiosity Mars’da 2. Yılını Doldurdu

20 Kasım 2014 Perşembe

Toyota'nın Hidrojen Yakıtlı Konsept Aracı Mirai

Toyota’nın, yakıtını doğal kaynaklardan karşılayabileceği ve FCV konsept olarak tanıttığı Mirai (gelecek) isimli aracı, önümüzdeki sene yollarda olacak.

Toyota Mirai
Toyota Mirai

Bu yılın aralık ayında Japonya’da piyasaya sürülecek olan araç, Eylül 2015’den itibaren İngiltere,Almanya ve Danimarka’da satışa sunulacak. 2017 yılından itibaren ise Avrupa’da olacak.

Aslında Toyota, hibrid teknolojiye sahip elektrikli araç olan Prius ile ilk adımları atmaya başlamıştı. Fosil yakıtların gelecek 50 yıl içinde biteceği öngörülüyor. Yollarda olan milyonlarca aracın hali ne olacak diye düşünürsek, alternatif yakıt teknolojilerine olan ihtiyacın öne çıktığını görebiliriz. Elektrikli araçlar güzel olmakla beraber batarya problemi nedeniyle şu aşamada pek kullanışlı değil gibi gözüküyor. Tam dolumla 160 km gidebileceğimiz için yine fosil yakıtlara ihtiyaç duyuluyor. Batarya şarj istasyonlarından bahsediliyor, insanlar buraya uğrayarak bataryalarını şarj edebilir. Veya istasyonlara uğrayarak dolu-boş batarya değişimi yapılabilir. Bunlar her ne kadar fosil yakıtlı araçlardan daha iyi gibi görünse de aslında yine bizi elektriğe bağlı kılıyor. Türkiye’deki elektrik üreten santrallerin %50’si doğalgazla çalışıyor ve biz doğalgaz’da tamamen dışarı bağımlıyız. Rusya ve İran’ın gazı kesmesi, elektrik üretimini ve sanayimizi çökertebilecektir. O yüzden hidrojen yakıtlı otomobiller akla daha uygun geliyor.

Hidrojen Yakıtlı Mirai

Hidrojene geleceğin yakıtı diyebiliriz. Bildiğimiz üzere su, hidrojen ve oksijen moleküllerinden oluşuyor. Sudan elde edilen hidrojeni elektrik üretiminde kullanan Toyota, bu teknolojiyi mevcut hibrid teknolojisiyle birleştirerek içten yanmalı motorlarda üstün bir performans sağlıyor. Mirai’de kullanılan bu teknolojiyle 3-4 dakika içinde yakıt deposu hidrojenle dolan araç, tatmin edici bir menzile ulaşıyor. Ve tabii en önemli özellik sıfır karbon salınımı, yanında da sessiz çalışan motor. Geçen gün otoparktan çıkarken yanımda elektrikle çalışan bir Toyota vardı, o kadar sessizdi ki, sanki çalışmıyordu. Bizim de ülke olarak hidrojen yakıt teknolojisine yatırım yapmamız gerekiyor. Bir önceki yazımda nanoteknoloji üreten yerli şirketimizden bahsetmiştim. Benzer şekilde hidrojenle ilgili AR-GE çalışmaları da yapılmalıdır.

Mirai’nin ön tasarımında görebileceğimiz ızgaralar, hava sirkülasyonu ile yakıt hücresinin soğumasını sağlıyor. Araç 1850 kg ve 180 km/s hıza ulaşabiliyor. Belki ağırlığı azaltılabilirse daha uzun menzil mesafesi sağlanabilir. Aşağıdaki video ile bu konsept aracı daha detaylı görebilirsiniz.

Bu yazılar da ilginizi çekebilir:

3 Boyutlu Yazıcı ile Yapılmış Dünyanın İlk Arabası
Uçan Araba Aeromobil ve Geleceğin Toplu Taşıma Sistemi
Beyin Kontrolü ile Araba Sürebilir miyiz?

9 Kasım 2014 Pazar

Fıstık Ezmesinden Elmas Yapılabilir mi?

Fıstık ezmesi kullanılarak yapay elmaslar üretilmesi çılgın bir fikir gibi görünüyor!! Eğer gerçekleşebilirse, bu araştırmaya en çok kadınların sevineceği aşikar :))

Elmas
Elmas

Bu yazıya konu olan araştırma, Almanya’daki bir Jeoloji Enstitüsü’nde yapılıyor. Çalışmanın asıl amacı, elmasın yerkürenin derinliklerinde nasıl oluştuğu ve bu bilginin yaşamın nasıl geliştiğine olacak katkısı.

Bayerisches Geoinstitut enstitüsünde çalışan bir bilim adamı olan Dan Frost, yerkabuğunun binlerce kilometre derinliklerindeki ortamı laboratuvarda oluşturmaya çalışıyor. Bunun için kayaları çok büyük bir basınca tabi tutmak gerekli. Bu deneyleri sırasında Frost, Karbondioksit ve yerfıstığı ezmesi kullanarak nasıl elmas yapabileceğini keşfettiğini söylüyor.

Aslında insanoğlu, uzayın derinliklerinde nelerin olduğunu ve orada koloniler kurarak yeni bir yaşamın kapısını aramakla meşgul fakat üzerinde yaşadığı dünyanın iç katmanları hakkında o kadar da bilgi sahibi değil. Jeoloji bilimi, yer kürenin içini çeşitli katmanlara ayırıyor: iç çekirdek, dış çekirdek, alt ve üst manto ve yer kabuğu. Fakat bu katmanların bileşimi konusunda hala büyük bir bilgi boşluğu var.

dünyanın iç katmanları
dünyanın iç katmanları

Fıstık ezmesinden elmasın nasıl elde edileceği konusuna geleceğiz ama önce dünyanın nasıl oluştuğuyla ilgili Frost’un çalışmalarına değinmekte fayda var.

Dünyanın Oluşumu

“Dünyanın nasıl oluştuğunu anlamak istiyorsak öğrenmemiz gereken ilk şeylerden biri bu gezegenin nelerden oluştuğudur,” diyor Frost. Birçok jeolog Dünya’nın yapısının asteroit kuşağındaki göktaşlarının yapısına benzediğini düşünüyor. Ama yeryüzüne düşen göktaşlarında yerkabuğundakinden çok daha fazla silikon bulunuyor. O halde bizdeki silikon nerede? Olasılıklardan biri, alt manto katmanında sıkışıp kalmış olabileceği.

Bu sorunun cevabını bulmak için Frost iki tür pres kullanıyor. Biri piston yoluyla minik kristal parçacıklarına atmosferdeki basıncın 280 bin katı basınç uyguluyor ve bu parçacıklar aynı anda yüksek ısıya tabi tutuluyor. Bu şekilde yeryüzünün 800-900 km altındaki alt mantonun koşulları oluşturulup kristal atomlarının yoğunlaşması sağlanıyor.

İkinci örs ise yeni oluşan mineralleri parçalayarak dünyanın daha da derinlerindeki ortama uygun hale getiriyor. Bunun için kristalleri yavaşça sıkan iki elmas kullanılıyor. Bu elmasların kullandığı basınç atmosfer basıncından 1,3 milyon kat daha güçlü. Numune kristaller hala bu cihazın içindeyken ses dalgalarının bu kristallerden yayılma biçimine bakılıyor. Sonra bu veriler yerküre içindeki sismik dalgalarla karşılaştırılarak örnek oluşumun mantonun bileşimiyle ne kadar benzerlik gösterdiği tespit ediliyor.

Karbon ve Yaşam

Frost’un bulguları oldukça şaşırtıcıydı: mantodaki silikon oranı göktaşlarındaki kadar yüksek değildi. Frost bunun nedenini silikonun belki de daha derinlere, yerkürenin çekirdeğine inmiş olabileceği ihtimaline bağlıyor. Bir başka olasılık ise dünyanın başlangıçta silikonla dolu çok daha büyük bir kabuğa sahip olmuş olabileceği ve göktaşlarının çarpması sonucu bu tabakanın dağılmış olabileceği. Hatta belki de dünyanın başlangıçta hangi maddelerden oluştuğu konusunu yeniden ele almamız gerekebilir.

Yoğun basınca tabi tutma işlemi ayrıca mavi renkli magnezyum demir silikat mineralinin de oluşumunu sağladı. Bu mineralin hidroksit iyonları yani su içerdiği biliniyor. Buradan da, yerkürenin derinliklerindeki manto katmanında belki de “okyanuslar” olabileceği sonucuna varılıyor.

Yapılan deneyler soluduğumuz hava konusunda da ipuçları içerebilir. İşte Frost’un elmasları burada devreye giriyor. Frost, yaşanan bazı jeolojik süreçler yoluyla okyanuslardaki karbondioksitin kayalara, oradan da manto tabakasına çekilmiş ve bu yolla elmasların oluşmuş olabileceğini düşünüyor. Frost, elmasın diğer karbon türlerinden daha az değişken olduğu için yeniden atmosfere salınmış olması ihtimalinin az olduğunu belirtiyor. Böylece manto katmanının elmas tabakasıyla örtülü kalması sayesinde, dünyanın merkezinden dışa ısı yayılımının azalmış ve yaşamın gelişmesi olanaklarının artmış olabileceğini belirtiyor Frost.

Fıstık Ezmesinden Elmas

fıstık ezmesinden elmas
fıstık ezmesinden elmas

Frost’a göre, bunun olması için gereken madde demirdi. Mantonun yüksek basıncı kayalardaki karbondioksitin çıkmasına ve demiri bol minerallere geçmesine, böylece oksijenin uçarak geride kalan karbonun elmasa dönüşmesine neden olduğu düşünülüyordu. Frost’un basınç uygulayarak oluşturmaya çalıştığı ortamda gerçekleşen de bu oldu; yani elmas yaratıldı.

Frost bir Alman kanalında elmas oluşturma deneyi yapmış ve burada ana madde olarak fıstık ezmesini kullanmış. Çünkü fıstık ezmesi, karbon bakımından oldukça zengin. Ve bu deney sonucunda 2-3 mm.lik küçük elmaslar oluşturmayı başarmış.

elmas
elmas

Fıstık ezmesinden elmas üretilmesi, işin magazinel kısmı. Frost’un asıl üzerinde durduğu konu yaptığı deneylerle yerkabuğunun iç yüzünü ve yaşamın geçmişini öğrenebilmek. Detaylı bilgiye bu adresten ulaşabilirsiniz.

Elmas,Kömür ve Tasavvuf

Aslında elmas demişken tasavvuf erbabınca anlatılan, sanırım M.İkbal’e ait olan, kömür ve elmasın konuşmasını hatırladım. Malum, kömür ve elmasın ana maddesi birdir ve karbondur. Kömür elmasa der ki: ikimizin mayası da aynı, fakat ben basit ve kapkara bir kömürken sen etrafına ışık saçıyor ve padişahların tacını süslüyorsun, bunun sebebi nedir? Elmasın verdiği cevap çok ilginçtir: Ben senelerce yerin diplerinde ve karanlığında nice ateşler ve belalar içinde azaplar gördüm. Sen ise yeryüzüne yakın bir yerde yaşadın. Ben çektiğim azaplara sabrederek bu mertebeyi edindim.

Bu misal birçok yerde geçer ve sonunda şöyle denir: Ey insanoğlu, işte senin çektiğin elemler, sıkıntılar da seni elmas yapmak içindir. Sen, başına gelen belaları Rabb’inden bilip sabrettikçe elmas olma yolunda ilerlersin.

Bu dünya bizler için bir seçim yeridir, ya kömür olmayı seçecek ya da elmas olacağız…Elmas olmak dileğiyle yazıyı bitirelim.

2 Kasım 2014 Pazar

Bir Kamyonete Sığabilen Nükleer Füzyon Santrali

Dünyanın en büyük silah ve savunma sanayi şirketi olan Lockheed Martin bir kamyonete sığabilen ve 100 MW’lık güç üreten nükleer santral geliştirdiğini iddia etti. Şirket, füzyon temelli bu proje kapsamında, nükleer enerji alanında yeni bir çığır açacağını söylüyor.

nükleer füzyon

Enerjide teknoloji devrimi olabilecek bu santral, fizyon teknolojisiyle çalışan bildiğimiz nükleer santrallerden farklı bir teknolojiye sahip. Peki fizyon ile füzyon teknolojisi farkı nedir, önce buna bakalım.

Fizyon ve Füzyon Teknolojisi Arasındaki Fark

Günümüzde dünyada yaklaşık 400 adet bulunan nükleer santraller, fizyon/fisyon teknolojisiyle çalışıyor. Fisyon, kütle numarası çok büyük bir atom çekirdeğinin parçalanarak kütle numarası küçük iki çekirdeğe dönüşmesi olayıdır. Fisyon reaksiyonlarında radyoaktif elementler kullanılır ve tepkimeler için bir ilk enerjiye (aktiflenme enerjisi) ihtiyaç vardır. Reaksiyon sonucunda kararsız çekirdekler ve nötron oluşur. Oluşan nötronların her biri yeni bir uranyum atomu ile tepkimeye girer. Bu esnada açığa çıkan nötronlar ortamdan uzaklaştırılmazsa tepkime zincirleme olarak devam eder.

Fizyon/fisyon nedir?
Fizyon/fisyon nedir?

Örneğin, Uranyum-235 nötron bombardımanına tutulur. Bombardımanda uranyum mevcut nötronlarından birini bile kaybetse kararsız bir hâl alır ve bu tepkime zincirleme reaksiyona girerek madde kendini parçalar. Ardından Baryum 142 ve Kripton 91‘e dönüşür. Bununla birlikte üç nötron salar ve yüksek miktarda gama ışıması yapar. Bu yaklaşık 25.000 ton kömürün enerjisine eşittir. Fisyon tepkimelerinde açığa çıkan enerji nükleer reaktörlerde kontrollü olarak kullanılarak enerji elde edilebilir.

Yazıya konu olan füzyon/füsyon ise, iki hafif elementin nükleer reaksiyonlar sonucu birleşerek daha ağır bir element oluşturmasıdır. Bu işlemle oluşturulabilecek en ağır element demirdir. Reaksiyona giren çekirdekler, hidrojen veya izotopları deuterium ve tritium gibi düşük atom numarasına ait elementlerde ortaya çok büyük miktarda enerji çıkar. Nükleer füzyonun bu devasa enerji potansiyelinden ilk olarak, 2. Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda, hidrojen bombası olarak da bilinen termonükleer silahların üretiminde istifade edilmiştir. Füzyon tepkimeleri Güneş‘de her an doğal olarak gerçekleşmektedir.

Füzyon nedir?
Füzyon nedir?

Fizyon ve füzyon hakkında bilgi edindikten sonra Pentagon’un en büyük tedarikçisi olan şirketin füzyon enerjisi projesinin başındaki ismi olan Tom McGuire, bir kamyonete sığan küçük boyuttaki nükleer reaktörün mevcutlarından 10 kat daha küçük olduğunu  ve 100 MW’lık enerji elde edilebileceğini söylüyor. Kompakt füzyon reaktörünün bir sene içinde testlerden geçeceği, 5 yıl içinde ise prototipinin üretileceği ve son olarak 10 yıl sonra ise “minyatür nükleer santrallerin” kullanıma hazır olmasının planlandığını belirtiyor.

lockheed-küçük-nükleer-santral

Eğer proje hayata geçerse düşük maliyetle seyyar diyebileceğimiz nükleer reaktörler yapmak mümkün gibi görünüyor. Ama bu teknolojiyi dünyanın geri kalanına ne zaman açarlar, orası muamma tabii 🙂

Yeni Enerji Kaynaklarına Olan İhtiyacımız

Hepimizin bildiği üzere fosil yakıtların sonu yaklaşıyor. 50 veya 100 yıl içinde fosil yakıtlar bitecek. O yüzden çevre dostu yeni enerji kaynaklarının kullanımı ve üretilmesi şart gibi görünüyor. Fosil yakıtlar aynı zamanda dünyayı ve atmosferi kirlettiği için iklimsel değişikliklere de sebep oluyor. Bir de dünyanın ileri ülkelerinin kullandığı -şimdiki haliyle- nükleer santraller var.

Nükleer enerji bir zamanlar geleceğin ucuz enerji üretimi kaynağı olarak görülürdü. Bugünkü santraller fizyonla, yani radyoaktif elementlerin çekirdeklerinin parçalanmasıyla enerji üretiyor. Ancak yaşanan birkaç kaza, özellikle 1986’da yaşanan Çernobil Faciası kamuoyunun nükleer enerji ile ilgili algısını değiştirdi. Bu konuda 2006’da yazdığım yazıya bakabilirsiniz : Çernobil Felaketi.

Nükleer enerji üretimi sıkı güvenlik önlemleri altında, gerekli kaplama ve ısı yönetimi sağlanırsa güvenli. Bu sağlanmazsa reaktörün çekirdeği ısınarak patlıyor ve çevredeki havaya, suya ve toprağa karışarak bölgeyi uzun seneler radyoaktif hale getiriyor. En son Japonya’daki tsunami sonrası yaşanan Fukuşima Santrali sızıntısı (11 Nisan 2011), mevcut nükleer santraller konusunda algıları iyice değiştirdi. Türkiye’de de-bence çok geç kalınmış- nükleer santral kurma çalışmaları devam ediyor. Karşı çıkılsın veya çıkılmasın, sanayisi %60 oranında dışardan gelen doğalgaza bağlı bir ülke olarak kendi enerjimizi üretme konusunda çok geç kalmışızdır. Dünya -bu yazıda da değindiğim üzere- yeni ve güvenli teknolojilere yelken açarken biz maalesef treni kaçırmak üzereyiz. Nükleere karşı çıkanlar olacaktır, buna birşey diyemem fakat güçlü bir ülke olabilmek için enerjide dışa bağımlı olmamak gerekir. Şimdi Rusya veya İran’la aramızda sıkıntı olsa ve gazı kesseler, biz vatandaş olarak evlerimizde soğuktan donarken sanayimiz de durma noktasına gelecektir. Konu uzun ve tartışmaya açık, o yüzden füzyon santraline biraz daha devam edip yazıyı bitirelim.

Füzyon, fizyon kadar ucuz ancak çok daha güvenli bir enerji alternatifi sunabilir. Bu süreç yıldızlara enerji sağlayan süreçle aynı. İki atom çekirdeğinin birleşimi büyük bir enerji salımına neden oluyor.

Ohio Üniversitesi Fizik ve Astronomi Bölüm Başkanı David Ingram nükleer füzyon elde etmenin zorluğunun, sürecin gerçekleşmesi için Güneş’in yüzeyindeki ısılara ulaşılması zorunluluğu olduğunu söylüyor.

Bunu yapmak için ya çok karmaşık mıknatıslara ya da çok büyük lazer sistemlerine gereksinim olduğunu söyleyen uzman Lockheed’in ise farklı bir yaklaşıma sahip olduğunu söylüyor. Lockheed, manyetik ayna kullanarak sıcak, elektrik yüklü parçacıkları reaktörün içine hapsediyor. 

Middle Tennessee Eyalet Üniversitesi’nden nükleer enerji güvenliği uzmanı Michael Allen, füzyon reaktörlerinin aynı zamanda çok daha güvenli olduğuna dikkat çekiyor.

Sürecin geride ısı ya da radyoaktif fizyon kalıntıların bırakmadığını belirten uzman bir kesinti olması durumunda sürecin sadece durduğunu söylüyor. Allen aynı zamanda bu uranyum ya da plütonyum kullanılmadığı için nükleer silah da yapılamayacağını hatırlatıyor. Allen, bu teknoloji başarıya ulaşırsa bunun insanlık tarihindeki en büyük olaylardan biri olacağını söylüyor. Uzmana göre bu elektriğin, içten yanmalı motorun icadı, bireysel bilgisayarların üretimi ya da İnternet gibi bir devrim olabilir.

 

30 Ekim 2014 Perşembe

Google, Akıllı Hap Teknolojisiyle Kanser Teşhisini Hedefliyor

Arama motoru olarak bildiğimiz Google, farklı alanlarda yaptığı çalışmalarla ön plana çıkıyor. Bunlardan biri de “kanser teşhisi yapabilecek akıllı hap“.

google1

Akıllı hap, nanoteknoloji ürünü olan ve yutulduktan sonra giyilebilir teknolojiye sahip bir cihazla haberleşerek vücutta bulunabilecek kanserli hücreleri tespit edebilen bir ürün. Google Yaşam Teknolojileri Bölümü bu konu üzerinde çalışıyor.

Google, Facebook ve Apple gibi büyük teknoloji şirketleri, kendi dalları dışında bir çok araştırmayı bünyesinde geliştirmeye çalışıyor ve bu sayede -bence- geleceklerine yatırım yapıyor. Detaylarını ayrı bir yazıda irdelemek istediğim için burada yer vermiyorum. Akıllı Hap da bunlardan biri.

Akıllı Hap
Akıllı Hap

Akıllı hapın içinde demir-oksit nano-partikülleri bulunuyor. Manyetik olan bu partiküller kanserli hücrelere yapışıyor ve manyetik çekim alanı oluşturan giyilebilir bir cihaz hastanın bileğine takılarak demir- oksit partikülleri ile “işaretlenmiş” kanserli hücreleri kendine doğru çekiyor. Bu sayede kanserli hücreler tek bir noktaya toplanıp sayılabiliyor ve böylece olası bir kanser hastalığının çok erken devrede teşhis edilmesi sağlanıyor.

Google, akıllı hap teknolojisinin 5 yıl içinde piyasaya sürülebileceğini öngörüyor. Eğer bu projeyi başarabilirlerse kanser dışında başka hastalıkların erken teşhisi de mümkün olabilecek.

Google’ın veri toplama ve bunu ticarileştirmesi bilindiği için projenin başındaki kişi endişe edilmemesini, bunun sadece tıp teknolojilerinde kullanılacağını söylemiş. TED Talks konuşmalarında -sanırım geçen yıl- Google Başkanı bir konuşma yapmıştı. Gelecek planları sorulduğunda ‘dünyadaki tüm veriye sahip olma ‘ şeklinde bir cümle sarfetmişti. Yaklaşık 20 dakikalık konuşmadan aklımda kalan tek cümle bu. Bu da büyük teknoloji şirketinin amacını ortaya koyuyor, başka söze gerek yok zaten.

Dikkatinizi çektiyse bu akıllı hap teknolojisinde de nanoteknoloji ön plandaydı. Gelecek, nanoteknolojiyi iyi kullananların olacak diyebilirim. Bir ara bizim ülkemizde de nanoteknolojiyle ilgili güzel araştırmalar yapıldığını hatırlıyorum. Ama şu aralar pek duyamıyorum. Klasik olacak ama sanayi devrimini kaçıran, bilgi çağını ıskalamaya yüz tutmuş bizler, bari nanoteknoloji konusunda geride kalmasak. Yoksa teknoloji yarışında yine, tüketen ama üretemeyen konumunda olmaya mahkum kalacağız. Tabii bu yarış sadece nanoteknolojiyle değil fakat en azından bir yerden başlamamız lazım. Bu da ayrı bir yazı konusu olsun, daha detaylı bir şekilde konuya eğiliriz.

Bu yazılar da ilginizi çekebilir:

Ameliyat Edilemeyen Kanser Hastaları için Umut Işığı:Nano Bıçak Teknolojisi
 
Intel Giyilebilir Teknoloji Yarışmasında Finale Kalan Projeler

29 Ekim 2014 Çarşamba

4D Printing ile Kendi Kendini İnşa Eden Binalar Mümkün mü?

4D Printing / 4 Boyutlu Yazıcı ile kendi kendini inşa edebilen yapılar fikri oldukça ilginç geliyor. Peki bu ne kadar mümkün?

4D Printing
4D Printing

Dilerseniz önce 3 boyutlu yazıcılara kısaca değinelim, sonra 4 boyutluyu inceleriz.

3 Boyutlu Yazıcı Nasıl Çalışır?

Bilgisayarda yapılan 3 boyutlu bir çizimden (3D CAD) 3 boyutlu katı bir nesne yapılması işlemi ve bu işlemi yapan makinelere verilen isime 3 Boyutlu Yazıcı deniliyor. Üç boyutlu nesneyi oluşturmak için dijital dosya ince dilimlenmiş katmanlar halinde kesitlere dönüştürülür. Baskı aşamasında üç boyutlu yazıcı ince katmanları üst üste ekleyerek nihai nesneyi oluşturur.

3 Boyutlu yazıcı ile aklımıza gelebilecek her türlü ürün gerçekleştirilebiliyor. Aşağıdaki resimler fikir verebilir:

İki boyutlu dünya’da alışık olduğumuz şekilde anlatmak gerekirse, bir yazıcıdan kağıt baskı alabilmek için önce Word (.doc) veya PDF dosyası hazırlamanız gerekir ya da elinizde hazır bir belge varsa, bunu bir tarayıcıda (scanner) tarayıp dijital verisini alırsınız.

Nesneyi üretmek için 3D Printer baskı yapmadan önce, üç boyutlu çizim dosyanızı (.STL, .OBJ) yüzlerce veya binlerce ince katmanlara dilimler. Her bir katman belirli bir kalınlıktadır.(örneğin 0.1 mm kalınlığında.)

Bu dilimlenmiş katman verileri üç boyutlu yazıcıya aktarılır ve üç boyutlu yazıcı, katmanları örmeye başlar. Her bir katmanın üstüne bir sonraki katmanı ekleyerek nihai nesneyi üretir. Üç boyutlu yazıc,ı PLA plastik hammaddeyi eriterek katman katman nesneyi örerek gerçekleştirir.

4 Boyutlu Yazıcı

Skylar Tibbits isimli bir araştırmacı, insan veya robot gibi harici bir etken olmaksızın akıllı malzemelerle kendi kendini inşa edebilen bir yapı üzerinde çalışıyor ve buna 4 boyutlu yazıcı ismini veriyor. Bugün nano-robotlar sayesinde ilaç sanayiinde ve tıpta çok değişik uygulamalar yapılıyor. Benzer şekilde insan ölçeğinde çalışmalar da mevcut. Skylar Tibbits, nano ölçekte uyarlanabilir malzemeyle yerleşik dünyayı birleştirmek istiyor. Yani kendi kendini inşa edebilen programlanabilir malzemeler.

MIT’de kendi kendine montaj yapabilen programlanabilir malzemeler inşa etmek üzere çalışmalarını sürdürüyor. Tibbits’in belirttiğine göre bunun en uygulanabilir alanı uzay. Dilerseniz örnekleriyle beraber anlatmaya çalıştığı TED konuşmasını izleyelim:

Bu yazı da ilginizi çekebilir:

3 Boyutlu Yazıcı ile Yapılmış Dünyanın İlk Arabası

27 Ekim 2014 Pazartesi

Pek Yakında Hayatımıza Girebilecek 9 Kullanışlı Teknoloji

Gün geçtikçe teknolojik cihazlar günlük hayatımıza giriyor. Ortak kullanım alanlarındaki sensörlü kağıt havlular, sanki uzun zamandır kullanıyormuşuz gibi bir izlenim verse de, hayatımıza girmesi yeni gibi. Benzer şekilde akıllı telefonlar da hayatımızı sarmış durumda. Hatta bağımlılığı söz konusu.

Teknoloji firmaları AR-GE çalışmalarıyla hep bir adım önde giderek yeni ve kullanışlı ürünler çıkarmak zorunda. Aksi halde silinip gidiyorlar. Örneğin Nokia. Akıllı telefon pazarında geride kaldı ve Microsoft’a satıldı. Şimdi de yeni ürünlerde Nokia ismi kullanılmayacak. Detaylar için bu yazıyı okuyabilirsiniz:

Microsoft’un Tarihe Gömdüğü Nokia ve Cep Telefonlarının Gelişimi

Giyilebilir teknoloji kavramı da gündemde. Yakın gelecekte hayatımıza gireceği kesin. Bu yazıda ise çok yakında hayatımıza girebileceği öngörülen 9 teknolojik cihaza bakalım:

1- Sağır Oda Teknolojisi

Sağır Oda

3D duvar panelleri ilk başta tasarım amaçlı olarak üretilmişti. Ancak çok fazla ilgi görmeyen bu dekorasyon aksesuarları yeni özellikleriyle gelecekteki yerini garanti altına almış görünüyor. Kumandasıyla istediğiniz şekli verebildiğiniz paneller istediğiniz anda odanızı bir anda ses yalıtımıyla sarabiliyor. Ya da akustik bir ortam oluşturacak şekilde düzen alabiliyorlar. Odada görsellikten öte ses dağılımına istediğiniz gibi hükmetmenizi sağlayacak bu paneller yakında iç mimarlığın en gözde malzemeleri olacak.

2- Kendini Temizleyen Kapı Kolu

Kendini temizleyen kapı kolu

Kapı kolları en çok bakterinin bulunduğu yerlerden biri. İnsanlar sırf kapı kollarından bulaşan mikroplarla bile hasta olabiliyorlar. Özellikle işyerleri ve AVM’ler gibi kalabalık yerlerdeki kapı kolları mikrop saçıyor. Fakat gelecekte kapı kolları kendi kendini temizleyebilecek. Bir UV ışığı tetikleyicisi sayesinde kapı kolları mikroplardan arınmış olacak. Sanırım bu ürün çok tutacak.

3- Ev Aydınlatma Sistemi

ev aydınlatma sistemi

Her odanın ışığını, o oda içerisindeki butonlarla komuta etmeye son! Akıllı ev teknolojisine dünya kadar para bayılmaya da gerek yok. Taewon Hwang’ın geliştirdiği basit bir kontrol mekanizmasıyla bulunduğunuz odadan istediğiniz odanın ışıklarını açıp kapatabileceksiniz. Üstelik ışığın seviyesini de ayarlayabileceksiniz, hatta ışığın ne kadar sürede ve ne kadar uzunlukta yanabileceğini bile belirleyebileceksiniz.

4- Sonsuz Ateş Kaynağı

Sonsuz ateş kaynağı

Çakmak olsun, kibrit olsun sizi yarı yolda bırakabilme ihtimali olan gereçlerdir. Ancak Camillo Vanacore’nin geliştirdiği sonsuz ateş kaynağı sağlayan bu cihaz sayesinde dünya taş devrine dönse korkunuz olmasın. Ateşi sonsuza kadar elinizde muhafaza edebileceksiniz.

5- Akıllı Ekran Sistemleri

akıllı ekranlar

İleride bilgisayar monitörleri print ve scan işlemleri için bile başka cihazlara ihtiyaç duymayacaklar. Dokunmatik komutlarla rahatlıkla çıktı alıp, dosya scan edebileceğiz. Byeong Min Choe’nin geliştirdiği bu model sayesinde, ofis işlerinin tamamı tek bir monitör üstünden yapılabiliyor olacak.

6- Zeka Oyunlu Alarm Saati

zeka oyunlu alarm saati

Uyanma zorluğu çekenler için bu saat ideal bir çözüm olacak. Saat her kurduğunuzda soru haznesinden çözülmesi zor bir zeka problemi seçecek ve çalmaya başladığında bu soruyu karşınıza çıkartacak. Dikkatinizi toplayıp doğru cevabı vermediğiniz sürece çalar saat hiç susmayacak. “Aman canım bütün şıklara tek tek basarım” demeyin. Her yanlış cevapta farklı bir soru karşınıza çıkacak ve her yanlış cevapta alarmın sesi artacak. Uyanmak sizin için kaçınılmaz olacak.

7- Süper Çamaşır Makinesi

süper çamaşır makinesi

Her ne kadar yeni nesil çamaşır makineleri daha üstün performans sağlayacağını iddia etse de, yakın gelecekte tüm evlerde olacak tek çamaşır makinesi bu olacak. Dışarıda kirli çamaşırlarla doldurulan bir küre sepet, makinenin haznesine koyulacak ve serbest hareket imkanı sayesinde, sıradan çamaşır makinelerinin yaptığı tüm işlemleri bir kaç dakika içerisinde tamamlayabilecek.

8- Suyla Çalışan Lamba

suyla çalışan lamba

Elektrik kesintileri gelecekte yaşanır mı bilinmez ama hem ev içerisinde hem de taşınabilir olarak kullanılacak alternatif ışık teknolojilerinin hammaddesi su olacak. Suyun içindeki kimyasal bileşenleri çözen ve bu şekilde açığa çıkan enerjiden elektrik üreten bu tasarım çok yakında teknoloji mağazalarındaki raflarda yerini alacak. Suyunuz olduğu sürece ışığınız da olacak!

9- Portatif Bulaşık Makinesi

portatif bulaşık makinesi

Guilherme Parolin’in tasarımı olan bu cihaz ise bulaşık makinenizi pikniğe götürebileceğinizi müjdeliyor. Şarj edilebilen bu özel bulaşık makinesini gittiğiniz her yere götürebilir ve dakikalar içerisinde bulaşıklarınızı yıkayabilirsiniz. Aynı zamanda mutfağında alanı kısıtlı olanlara alternatif bir çözüm olabilecek bu tasarım, gelecekte öğrenci evlerinde sıkça karşılaşacağımız bir teknoloji olacak gibi duruyor.

Sizin favoriniz hangisi? Yorum yazarak düşüncelerinizi iletebilirsiniz.

Bu yazılar da ilginizi çekebilir:

Yeni Nesil Ebeveynleri Mutlu Edecek 9 Teknolojik Ürün

Intel Giyilebilir Teknoloji Yarışmasında Finale Kalan Projeler

20 Ekim 2014 Pazartesi

Uzayda Koloni Kurup Yaşayabilecek miyiz?

Uzayda koloni kurmak ve yaşamak fikri, öteden beri insanların hayalini süslüyor. Özellikle Amerikan sinema endüstrisinin bu konuda bir çok filmi var ve filmlerinde öncelik tabii ki onların. Biz kim oluyoruz da uzaya yerleşiyoruz? Önce onlar gidecek, dünyadaki tehlikelerden kurtulacak, sonra yer kalırsa bizi de alırlar:))

uzay-koloni
Uzayda Koloni Kurup Yaşayabilecek miyiz?

BBC Future, ki sık sık kendisini ziyaret ederim, 21 Ekim’de Dünyayı Değiştiren Fikirler Zirvesi düzenliyor. Zirvede bilim, teknoloji ve sağlık alanındaki ilginç gelişmeler ele alınacak. Tartışılacak konular arasında insanların günün birinde dünya dışında kurabileceği uzay kolonileri de bulunuyor.

Uzayda Koloni Kurma Fikri Ciddiye Alınmalı mı?

Son yüzyıl içinde gezegenimizi geometrik bir hızla kirlettiğimiz açık bir gerçek. Hem nüfusumuz hızla artıyor ki, şu an 7 milyar civarında, hem de kaynaklar azalmaya başladı. Bu da beraberinde rekabeti getiriyor. İsviçre Bankası Credit Suisse‘nin Küresel Refah Raporu, dünyadaki servetin yarısının toplam nüfusun %1’inin elinde olduğunu söylüyor. Aslında uzaya koloni kurma fikri de bu %1’lik dilimin hayali herhalde. Onlar bu dünyadan gitseler, sanırım burası daha yaşanabilir bir yer olacak 🙂

uzay-koloni-2
Uzayda yaşam mümkün mü?

Uzay turizmiyle ilgili şirketler var. Bunlardan biri olan SpaceX şirketinin girişimcisi Elon Musk, “Herhangi bir felaket halinde insanlığın varlığını korumak için birçok gezegende yaşam olanağının araştırılması gerektiğine” inandığını söylüyor. Bu ve buna benzer düşünceler, uzaya gitme ve oraya yerleşme fikrini besliyor. Belki de o kadar zor değil bunu başarmak. Eski astronot Jeffrey Hoffman’a göre Güneş Sistemi’nde yakın birkaç yere gidebilme hayali kurmamızı sağlayacak teknolojiye sahibiz. “Ay az ötemizde, Mars ise hiç de uzak değil. Bu yolculukların yapılmasını sağlayacak bazı adımların birkaç yıla kadar atıldığını görmek mümkün,” diyor Hoffman.

Peki, Uzay Kolonisi Nasıl Olacak?

Bu konuda ilk fikri 1920’lerde Avusturya-Macaristanlı ilk roket tasarımcısı Herman Potoçnik ortaya attı. Potoçnik’in hayal ettiği şey, UFO benzeri dairemsi bir uzay aracıydı. Bu araç yapay yerçekimi yaratmak için dönüyor, enerji ihtiyacı içinse güneş ışınlarını odaklayacak içbükey bir ayna kullanıyordu. Bu fikir ne kadar inanılmaz gelse de yıllarca etkisini yitirmedi. 1970’lerde Princeton Üniversitesi fizikçisi Gerard O’Neill ile daha sonra dünyanın en eski uzay topluluğu olan İngiltere Gezegenlerarası Dernek (British Interplanetary Society) bu fikre sahip çıktı. Uçan uzay kolonileri fikrini bir kenara itmeden önce şunu belirtmekte yarar var: BIS, insanoğlu Ay’a ayak basmadan 30 yıl öncesinde bu yolculuğu öngörmüştü.

Mars veya Başka Bir Gezegende Yaşam Mümkün mü?

Diğer uzmanlar ise uzay araçlarıyla uzay boşluğunda koloniler kurmak yerine, bir gezegende ya da Ay’da insanın yaşamını sürdürmesi için gerekli unsurları içeren yapay bir “biyosfer” yaratarak yaşam alanı oluşturma fikrini daha akla yatkın buluyor. Bu konuda ilgi odağı Mars oldu ve 2025’e kadar orada yeni bir medeniyet yaratılmasını hedefleyenler var. Hollandalıların 2012’de başlattığı Mars One projesine 200 bin başvuru yapıldı. Bunlar arasından seçilen 40 kişiye eğitim verilerek realite şov programlarına hazırlanıyor ve bu şekilde projeye gelir sağlanmaya çalışılıyor. Elbette bu projeye karşı çıkanlar da var; fakat uzayda koloni kurulması fikrine yönelik ilgiyi göstermesi bakımından önemli.

Bu konuda “Neden Mars’a Tekrar Gitmeliyiz?” isimli TED konuşmasına bakmakta fayda var.

Dev bir Mars Koloni Taşıtı ile Kızıl Gezegen’e insan taşımanın SpaceX yöneticisi Musk’ın da hedefleri arasında olduğu söyleniyor. Musk bunun sadece bir başlangıç olacağına, “Mars’ta koloni kurulduktan sonra bunun tüm Güneş Sistemi’ne de yayılabileceğine” inanıyor. Musk, hızlı uzay araçlarının yapılması halinde Jüpiter’in aylarında, hatta göktaşlarında bile koloni kurulabileceğini ifade ediyor.

Uzaya Nasıl Gidilecek? Uzayda Yaşam Nasıl Mümkün Olacak?

Uluslararası Uzay İstasyonu’nda yaşam, uzay kolonilerinde karşılaşılacak sorunlara dair fikir veriyor. İstasyondaki altı kişiye su taşıma gideri yılda 2 milyar doları buluyor. Gıda ve oksijen tedariki masrafları da cabası. Bu nedenle, uzay kolonisinin kendi kendine yeterli hale getirilmesi asıl ideal olanı.

uzayda-yaşam
Uzayda Yaşamın Zorlukları

Bir de insan vücudunun maruz kalacağı sorunlar var: Yer çekimi azlığı kemik ve kaslarda zayıflığa ve kafada basınç birikimine neden oluyor; bu ise geçici ve kalıcı göz sorunlarına yol açıyor. Uzaydaki radyasyon katarakta yol açabileceği gibi kanser riskini de arttırıyor. Öte yandan uyku sorunları ve yalnızlık ruh sağlığını olumsuz etkiliyor. Uzay kolonilerinde bu tür sorunların çözülmüş olması gerekiyor.

Kapalı bir mekânda sosyal ilişkilerin nasıl etkileneceği sorunu da var elbette. Moskova’da Mars500 projesi kapsamında yapılan deneylerde altı kişi 520 gün süreyle 80 metrekarelik bir alanda yaşamak zorunda bırakıldığında birçoğunda uyku, algı ve depresyon sorunlarının ortaya çıktığı gözlendi.

İzole olmuş insanların nasıl yönetileceğine, bu yeni toplumlarda çatışmaların nasıl önleneceğine dair siyasi sorunlar da cevap bekliyor. Bazı bilim insanları ve felsefeciler gelecekte ortaya çıkması muhtemel bu medeniyetler için bir “haklar bildirgesi” hazırlamaya girişti bile.

Uzayda Doğan İnsanlar Bizden Farklı mı Olacak?

Portland Üniversitesi’nden Cameron Smith’e göre, 2000 kişilik bir uzay kolonisi 300 yıl içinde bizden farklı bir görünüme sahip olacak, farklı davranış biçimleri geliştirecektir; farklı saç yapısı, farklı bir deri, düşük yer çekimine uygun ve manevra yeteneği daha yüksek bir vücut şekli vb. gibi.

Hatta Smith, bu yeni kolonilerin genetik mühendislik yoluyla yeni organlar bile tasarlayabileceklerine inanıyor; örneğin kozmik ışınlardan korunmak amaçlı organlar, ya da karbondioksitten oksijen sağlamayı kolaylaştırıcı solungaçlar gibi. Böylece Marslılar yapay biyosferden çıkıp yeni evlerine tam olarak yerleşmiş olacaklar.

Kaynak: BBC Future

12 Ekim 2014 Pazar

Rüya ve Düşüncelerimiz Yakın Gelecekte Görüntülenebilecek mi?

Bilim insanları, rüyalarımızı ve düşüncelerimizi okuma yolunda araştırmalarını hızla sürdürüyor.

beyin dalgaları

Bunlardan bir tanesi de fMRI (İşlevsel Manyetik Rezonans Görüntüleme) denilen bir yöntemle beyin faaliyetlerimizin önce bir veri tabanına kaydedilip daha sonra bu verilerin işlenerek görüntüler elde edilmesi şeklinde. Önce bu konuyla ilgili videoyu izleyelim. Sonra yapılan çalışmanın detaylarına geçeriz:

Bu çalışmada deneklere rastgele görüntüler izletiliyor ve eş zamanlı olarak beyin dalgaları kaydediliyor. Kaydedilen bu bilgiler bir veri tabanına işleniyor. Daha sonra kayıtlı olan beyin aktivitelerinden yararlanılarak bilgisayar tarafından sentezlenmiş görüntüler ortaya çıkarılıyor. Videoda görüldüğü üzere birebir eşleşme şu an için mümkün görünmüyor ama en azından beyin dalgalarının bir kütüphaneye işlenmesi ve oradaki bilgiler yardımıyla tahmini görüntüler oluşturulması açısından önemli bir çalışma. Günümüzdeki çok güçlü bilgisayarlardan yararlanılarak elimizde çok ama çok büyük bir beyin-video dalgaları kütüphanesi olursa bu verilerden yola çıkarak izlenen bir görüntünün / görülen bir rüyanın / aklımızdaki bir düşüncenin görsel çözümlemesi yapılabilir.

fMRI yöntemini merak ediyorsanız bu videoya göz atabilirsiniz:

İnsanoğlunun ilk zamanlardan beri başkasının düşüncesini okuma hayali hep vardır. 6. Hissi kuvvetli insanların bu anlamda deneyimleri bizlere göre daha fazladır sanırım. Tam olarak düşünce okuma olmasa da eskilerin “hissi kablel vuku” dedikleri önsezi vakalarını zaman zaman hepimiz yaşamışızdır. Uzun süredir görüşmediğimiz bir arkadaşımız aklımıza gelir ve biraz sonra ondan telefon geldiğini görürüz !! Aslında bu anlamda beyin dalgaları üzerinden uzaktan iletişim kurma çalışmaları da yok değildir. Bu da ayrı bir yazı konusu olsun.

Bu yazılar da ilginizi çekebilir:

Beyin Kontrolü ile Araba Sürebilir miyiz?
 
Zamanda Geçmişe Yolculukla Acılarımızı Silebilir miyiz?

Nietzsche’den Hayat Dersleri: Güçlü, Özgür ve Anlamlı Yaşamak Üzerine

  Nietzsche’den Hayat Dersleri: Güçlü, Özgür ve Anlamlı Yaşamak Üzerine